KİTABIN KONUSU
Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemine girdiği devirde, sınır
boyların da bulunan halkın yaşantıları kısa hikayeler şeklinde anlatılmaktadır.
Benim anlatacağım hikayede de İtalyan gibi yetiştirilen bir çocuğun gerçek
tarihini öğrenmesini anlatmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ
Eylül gecesiydi ve gökyüzünde tek bi yıldız bile yoktu.
Selanik, gündüzki heyacanlardan , gürültülerden yorulmuş gibi , baygın ve
uyuyordu. Rıhtım ıssızdı. Olimpos Palas’ın , Kristal’in, Splandit Palas’ın ve
diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştü bile. Tramvay yolunu tamir
etmek için konulan parke taşlarının ilersinde, denize dogru inen küçük
merdivenlerin başında, hareket etmeyen bir gölge dimdik durmakta idi. Gölge
Paris’te okuyan sonra dolgun bir maaşla İzmir’e gelen ve burada aşık olduğu
güzel bir İtalyan kızı Grazia ile evlenen genç mühendis Kenan Bey’ aitti.
Türklük, garazi Avrupalılarca medeniyetsizlik olarak görülmekte idi. Kenan
Bey’de onların adetlerine, ahlak anlayışlarına, terbiyelerine, cemiyetlerine
hayran olan ve bunları uygulayan kişiliğe sahipti. Ve bu karakteri herkes
tarafından da bilinmekte idi. Nazik ve eglenceli birisi idi. Savaşa tamamen
karşıydı.
En sonun da o gece Kenan Bey kırk sekiz saat boyunca işittikleri,
gördükleri ve gazetelerde okuduklarının etkisinde kalmıştı. Son derece
rahatsızdı. Çünkü savaş çıkmış; İtalya Trablus’a saldırmış; hayran olduğu,
insaniyete hizmet ettiğine inandığı Avrupalılar’ın öceden çok doğal bulduğu
hareketleri aklına gelmişti. İlk Fransa’yı hatırladı. Daima insaniyete hizmet
ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir Afrika’yı kana boyamıştı. Masum,
silahsız insanları öldürmüş onları esir etmiş, ruhlarına hakim olmaya
çaılmışlardı. Daha sonra İngilizler’i düşündü ve İspanyollar’ı, Almanlar’ı hatta
Belçika ve Portekizliler’i , en sonunda da İtalyanlar’ı düşündü. Hepsi aynıydı.
Yıllarca ruhunu zapteden bu toplumun, Avrupalılar’ın naçiz bir kulu, hizmetcisi
olduğunu düşündükce kahroldu. Düne kadar kendisine bile Türküm demeye
sıkılıyordu. Bu memlekette tarihinin büyüklüğünü, geçmişini, dedelerinin şanını
bilmeden, inkar etmiş ve milliyetinden uzaklaşmıştı. Hatta nekadar
Avrupalılaşmış olduğunu düşünerek yürüdü ve kimseyi görmemeye çalışıyordu. Evine
gitme düşüncesinden uzakta idi. Şuursuz bir şekilde Splandi Palas’ın önüne
geldi. Bir odaya çıkatı ve yatağa uzandı. Yaşadığı olaylar onu şaşırtmıştı ve
perişan etmişti. Hakaretin ve tecavüzden uyanan millet, İtalyan mektebinin,
hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parcalamış, bayrak direklerini
kırmış, sancaklarını yırtmıştı. Ne kadar İtalyan varsa şüphsiz kovulacaktı.
İtalyan dostu görünen bir Türk şüphesiz lanet ve nefretle memleketten dışarı
çıkarılacaktı. Başı ağrımakta başının arısından gözleri yaşarmaktaydı.
Gözünün önüne eşi, çoçuğu, evi geldi. O hiç böyle bir günü düşünmemiş bu ana
kadar mutlu yaşamıştı. Avrupadan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini
hatırladı. Bir İtalyan’la evlenmişti buda ona doğal görünmüş, hatta iftihar
edebilecek bir durummuş gibi gelmişti. Gerçi Grazia ile evlenmek istediğinde
Grazia’nın babası Kenen Bey’in Türk oluşından dolayı bir barbar, bir medeniyet
düşmanına kızını vermeyi şiddetle reddetmişti. Daha sonra ise kişisel
menfaatlerini düşünmüş.Kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında Kenan Bey’i Rumeli
ve Anadolu’da Türk namı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak
kabullenmişti. Ona göre Türkiye’de sultanın ailesinden başka Türk aile yoktu. Bu
düşünceler doğrultusunda Kenan Bey’i kızıyla birlikte Rum olarak kabul etmiş ve
bu evliliğe izin vermişti.
Kenan Bey’le Grazi’nin evliliklerinin ilk iki
yılında iki erkek çoçukları olmuştu. İtalyan adetlerini takip ederek çoçuklarını
numara ile Primo! Sekundo! Diye çagırmışlardı. Sekundo hastalanmış ve ölmüştü.
Grazia’nın babası Mösyö Vitalis Meşrutiyetin ilanından sonra Türkiye’de işlerin
iyi gitmeyeceğini düşünerek İtalya’ya gitmiş ve çiftlik alarak oraya
yerkeşmiişti. Kenan Bey babasının Grazia’yı ve kendisini İtalya’ya çağıracağını
düşündü. Ne yapacaktı? Gitmeyeceği kesindi. Grazia’nın kendi ailesini bırakmaya
razı olup olmayacağı düşündü. Çoçukları ve mutlu bir evlilikleri vardı ve
birbirlerini çok seviyorlardı.
Sabah olduğunda ayağa kalktı ama bitürlü
uyuyamamıştı. Otelden tranvayala yalısına geldi. Kapıyı hizmetçi kız açtı.
Grazia ve Premo evde yoklardı. İki yol sandığı dikkatini çekti. Grazia yolculuğu
düşünmüştü galiba. İlk defa görüyormuşcasına duvarlara , perdelere, eşyalara
baktı. Türk hayatına, Türk ruhuna ait bir çizgi bile yoktu, birden Bursa’daki
çoçukluğunun geçtiği baba evini hatırladı. Merdiven başındaki, ceviz ağcından
eski ve guguklu saati, yaldızlı kafesin içindeki sürekli öten kanarya kuşunu ve
babasının odasını düşündü. Herşey gözlerinin önünden film şeridi gibi akıyordu.
Alçak sedirler ve kalın halılarla döşeli, vişne renginde perdeleri, duvarlarında
asılı olan iğri ve altın kakmalı kılıçları, kamaları düşündü ve en önemlisi bu
odadaki baş sedirin üstündeki etrafı ipekten ve sırmalı çevrelerle süslenmiş,
mert bir Türk ruhundan saçılan iffet, namus, metanet, istiğna tavsiye eden
mısraların yazılı olduğu levhayı hatırladı. Mısraların bazılarnda şunlar
yazılıydı.
‘Geçme namerd köprüsünden, koparmasın seni!’
‘Korkma düşmandan,
ki ateş olsa yandırmaz seni!’
‘Müstakim ol, Hazreti Allah utandırmaz
seni!’
Babası ne kadar genç dururdu. Gelen misafirlerde, ağalarda ona
benzerdi. Bu levha güya kalplerin, ahlaklarının tercümesiydi. Başı yeşil örtülü
annesiyle daima yere bakan, omzunda pembe bir atkı taşıyan mukaddes hemşiresini
düşündü. Tahsilde iken annesi ve babası ölmüş, amcasının yanına giden
hemşireside oranın yerlilerinden bir beyle evlenmişti. Kendisi on senedir ne
Bursa’ya gitmiş, ne akrabalarını görmüştü. Hatta mallarını bile İstanbul’dan
gönderdiği bir vekil vasıtasıyla satmıştı. Kenan Bey düşündü durdu. Düşündükce
de iki gündür farkına vardığı durumunun aşağılığını, adiliğini anladı. Unuttuğu
milliyetinin kıymetini takdir edemediği için acı bir hissekapıldı. Vicdan
azapları içinde geçen yarım saat ona bir gün gibi görünmüştü.
Kapı zili
çaldı. Grazia gelmişti. Ona sabah aldığı kararı nasıl söyleyeceğinin sıkıntısı
içindeydi. Grazia Kenan Bey’e dün gece niye gelmediğini ve onu çok merak
ettiğini söyler. Kenan Bey işi olduğunu ve bir otelde kaldığını söyler. Grazia
ilan olunan harpten bahsetmeye başladı. Grazia sabah tercüman ile konuştuğunu
hiç kimsenin bilmediğini, gazetelerin yazmadığı havadisleri öğrendiğini söyledi.
Avrupalılar aralarında Fransa’ya Fas’ı, Almanya’ya Anadolu’yu, İtalya’ya
Trablus’u, İngiltere ve Rusya’ya da Acemistan’ı taksim etmişlerdi. Birkaç ay
sonra Rumeli’nin her tarafında bombalar patlayacak, Girit Yunanistan’a
bağışlanacak, Arnavutluk’a, Makedonya’ya , Suriye’ye, Arabistan’a muhtariye
verilecekti. Sultanlık avrupalıların eline verilecek Türkiye’de de ‘Beynelminel
bir idare’ olacaktı. Avrupa’nın programı belli olmuştu. Grazia bunları çabucak
anlattı. Tercümanın korkularını tekrar etti. Şimdi hükümet genç Türklerin
elindedi. İki üç ay içinde Selanik’i terkedip İstanbul, İtalya ve yahut başka
bir Avrupa memleketine gidilmeliydi, pasaportları bile hazırllatmıştı. Grazia
Kenan Bey’e ne zaman hareket edebileceklerini sorduğunda Kenan Bey buradan bir
yere gitmeyeceğini söyledi. Grazia inanamadı. Peki ben diye sorunca ‘sen de...’
diye karşılık verdi. Bu sırada Primo içeri girdi, yavaş yavaş yürümekteydi.
Annesi ona hiddetli ve sert bir tavırla önemli bir konu konuştuklarını
söyleyerek dışarı çıkardı.
Oysa primo olayların farkındaydı. Çünkü
sabah mektebe gitmemiş Rum çoçuklarıyla rıhtımda balık tutmaya çalışırken mektep
arkadaşlarından Orhan’ı görmüş ve yanındaki biraz büyükce olan bir Türk
çoçuğuyla tanışmıştır. Bu bir Türk paşasının oğludur. Orhan Primo’ya
sordu:
‘Senin baban Türk değil mi?’
Primo biraz kızararak ‘niçin
soruyorsun ?’ dedi .
‘Soruyorum , niye inkar ediyorsun? Senin baban Türk
mühendisi değil mi?’
‘Evet...’
‘O halde sen de Türksün!...’
Primo
Türkçe bilmiyordu. Orhan Fransızca olarak elindeki Genç Türklerin beyannamesini
tercüme etti. İtralyanlar’la Türkler’in muharebe ettiğini anlattı. Anlatırken en
cesur, en asil bir millet olduğunu asırlarca bütün Asya’ya hakim olduklarından
bahsetti. Atilla’nın Avrupa’yı ezip, köpek gibi inlettiğini, dünyanın en büyük
hükümetini Cengiz’in kurduğunu anlattı. Bir kaç asır evvel Avrupa’yı terbiye
eden bu ırka bütün Avrupalıların saldırdıklarını, mahvetmek için uğraştıklarını
ama başarılı olamayacaklarını söyledi. Türkler’in eski deniz savaşlarından
zamanın da Akdenizi bir Türk gölü yaptıklarından, büyük paşa babasından, mülazım
ağabeyinden duyduğu şeyleri oldukca büyüterek, mübalağalaştırarak, uzun uzan
hikaye etmektti. Primo dinledi ve o an kendisinin, babasının Türk oluşundan
derin bir iftihar duydu. Rıhtımdaki Rum çoçukları onun bir Türk çoçuğu ile
saatlerce konuşmasını kıskandılar. Onu çağırdılar fakat Primo aldırmadı. Orhan
bu sineklerin bir şey yapamayacaklarını ancak taciz etmesini bildiklerini ve
kendilerini rahat bırakmayacaklarını söyleyerek dışarı çıkmalarını tavsiye etti.
Bahçeden çıkarak, ileride İttehat ve Teraki kulubü önünde dehşetli bir kalabalık
gördüler. Kapının yanındaki parmaklık setine siyah esvaplı, sarı bıyıklı, küçük
fesli bir adam çıkmış, namussuz, alçak, korsan İtalyanlar’ın haberleri yokken ve
dostları iken birdenbire vatanlarına hücum ettiklerini anlatmaktaydı. Bu adam
Onların büyük ve güçlü zırhlılarına karşılık, kendilerininde kutsal bir
haklarının olduğunu bunun onların zırhlılarının karşısındaki kuvvetinden
bahsetmekteydi. Sonra bir telgraf okundu. Orhan onu tercüme etti. İtalyanlar’ın
Trablusta iki harp gemisi kayalıklara çarparak batmıştı. Daha sonra numayişçiler
yukarılara doğru çekilmişlerdi. Primo kapının dibinde bunları düşündü. Geçmişin
hatırasını noktası noktasına hayalinden geçirdi ve göğsünün kabardığını
hissetti.
Kapıya döndü içeride şiddetli ve heyacanlı konuşma devam
etmekteydi. Anahtar deliğinden içeriyi dinledi. Annesi burada kalmayacağını
söylüyor, Kenan Bey ise kalırsa artık İtalyan olarak değil Türk olarak
kalacağını, gider ve İtalyan olarak kalırsa aralarındaki ilişkinin biteceğini ,
kendisini boşayacağını ve görüşmemek üzere ayrılacaklarını söyledi. Annesi yüz
sene uzunluğunda geçen bir dakika sonunda cevabını veridi: ‘On seneyi,
sadakatimi sen düşünmezsen ben hiç düşünmem babamın yanına gider orada rahibe
olur kalırım.’ dedi. Tek isteği Primo’yuda yanında götürmekti. Kenan Bey bu
kararı Primo’nun vermesi gerektiğini söylerve o anda Primoiçeri girer. Annesi
içeri giren Primo’yu kucaklamak ister. Primo bunu dehşetli bir ciddiyetle
reddeder. Grazia birden bire değişen yavrusunun bu hareketi karşısında dona
kalır ve hiç bişey söyleyemez. Primo büyük bir adam tavrıyla babasının yanındaki
koltuğa oturdu. Başını eline dayadı ve Fransızca olarak niye onun hakkında
konuştuklarını sordu. İtalyanca söylemiyordu. Her ikiside şaşırdılar. Kısa bir
sessizlikten sonra Kenan Bey savaş çıktığını annesi ile tamamen ayrılacaklarını
ya kendisi ile kalıp Türk olacağını yada annesi ile gidip İtalyan olacağını
söyledi ve bu konudaki kararını sordu. Primo oturduğu yerden şiddetle fırladı
Grazia ve Kenan Bey ne yapıyor diye birbirlerine bakarlarken, Primo heyecanlı
tavrıyla annesini ve babasını süzmeye başladı ve gayet bozuk bir Türkçe ile ‘Ben
.. Turko çoçuk ..Ben yok İtalyano..Ben burda...Ben çoçuk Türk..’ diye haykırdı.
Grazia hayret ve endişe içinde masanın yanındaki sandelyeye yığıldı. Kenan Bey
gözlerine ve kulaklarına inanamamaktaydı. Primo sonra Victor Emmanuel’in resmine
vurarak onu parçaladı. Kenan Bey seviçli ve şuursuz bir şekilde ayağa kalktı,
kanapenin üzerinde, yükseklerden kendisine bakan bu Türk çoçuğunu kucakladı ve
onu göğsüne bastırarak alnından
öptü.
KİTABIN
ANAFİKRİ
Türk milleti özünü bulmalı. Kendi benliğinden uzaklaştığı
takdirde KURTULUŞ SAVAŞI’ndan önceki duruma
gelinebileceğidir.
OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN
DEĞETLENDİRİLMESİ
Kenan Bey: Türklüğü seveyen; garazi Avrupalılar’a,
onların adetlerine, terbiyelerine ve cemiyetlerine hayran olan ve bunları
kendine bir yaşam tarzı olarak benimseyen birisidir. Daha sonra olayları
değerlendirecek ve özünü bulacaktır.
Grazia: Kenan Bey’in İtalyan
eşidir. Türkiye’de yaşamasına ve eşinin Türk olmasına rağmen İtalyan adetlerini
sürdürmekte ve çocuğunuda tam bir İtalyan olarak yetiştirmek istemektedir. Savaş
başlıyıncada onu alıp geri dönmek istemiştir.
Primo: Kenan Bey’in
oğludur. Bir İtalyan gibi büyütülmüş ve Türkçe bilmemektedir. Daha sonra
tanışacağı Orhan ona geçmişinin ne kadar şanlı olduğundan bahsetmiş ve onun da
benliğini bulmasın da yardımcı olmuştur.
(Alıntıdır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder