20 Aralık 2012 Perşembe

Yaban Romanının İncelenmesi

YABAN ROMANINDA BULUNAN KİŞİLERİN KARAKTER TAHLİLİ 


AHMET CELAL’İN BULUNDUĞU YERDEKİ TÜRK KÖYLÜSÜ 


Medeniyetten uzak yaşarlar. Tıraş olmak, diş fırçalamak, okumak nedir bilmez; bütün bunları yapanları yadırgarlar. Hakkının daima yenilmiş olduğunu gördüğü için davacı olmaktan çekinir, arasıra parlasa bile derhal söner. Köylü artık muharebeden bıkmıştır ve harbe gitmek istememektedir.zaman anlayışlarını kaybetmişlerdir. 

Düğünleri bile kasvetlidir; davul, zurna, darbukayla yapılan oyunları ağırdır. Oynayana para atmak bir nevi itibar getirir. Yemekler düğünlerde büyük leğenlerle getirilir. Hep beraber aynı kaptan yenir. 

Köydeki çocuklar oyun nedir bilmezler, en ağır işleri görürler. 

Ahmet Celal köy “Bir illet ve sakatlıklar yuvası” demiştir. Mehmet Ali’nin annesi topal, Bekir Çavuş’un kızı Zehra kör, Salih Ağa’nın oğlu kamburdur ve kalçasında yumruk kadar ur vardır. Bunlardan başka birde cücesi vardır. Ahmet Celal gönül verdiği Emineyi güzel bir Van kedisine benzetirken İsmail’i sakat bir keçiye benzetir. Köydeki en tiksindirici manzaralardan biri de Bekir Çavuş’un kör kızı Zehrayı tarlada yalnız yakalayan kambur oğlanın kıza kötü bir şekilde musallat oluşudur. 

Buradaki insanların milliyet duygusu asırlardan beri devam eden istila ve eşkiyalıklardan dolayı körleşmiştir. Düşmanın propagandasına inanarak köylerine girecek düşmanın kendilerine bir zararı olmayacağına inanacak kadar saftırlar. Milli duyguları yoktur, sadece Müslüman olduklarını bilirler. Anadolu’da din adamlarının çoğu cahil kalmış ve yalnız kendi çıkarlarını düşünmüşlerdir. Hastalığın, cehaletin, zorbalığın elinde kalmış Türk köylüsü İstiklal Harbi karşısında heyecansız bulunmaktadır. Mehmet Ali gibi kişilerden oluşan köy gençlerinin çoğu askere gitmek istemez, Bekir Çavuş gibileri askerden kaçar bu durumda onlara Salih Ağa ve imam gibi kişiler yol gösterir. 

Yazar kabahatin onlarda olmayıp aydın kişilerde olduğunu savunur. Yaban sert bir tabiatın ortasında bilgisizliğin eline terkedilmiş olan her türlü yaşam seviyesinden mahrum, kaderi ile baş başa bırakılmış insanların kurtuluş çağresini arayan bir eserdir. 




AHMET CELÂL 

Celal paşanın oğludur.İstanbul’un güzel konaklarından birinde doğup parıltılı bir hayat yaşar.Çanakkale harbinde bulunur, İstanbul’un işgalinden sonra 32 yaşında emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk çayı dolaylarındaki köyüne yerleşmiştir.Burada yalnızlığını unutacağını düşünür çünkü birinci dünya savaşının fertler üzerinde bıraktığı bedbinliği taşımaktadır. 

Köyde dolaşırken sağ tarafından bir torba gibi sallanan, kesik kolu ile ilgilenmedikleri için onlara kinlenir.Çanakkale’den gelen bu eksikliğin Anadolu’da fark edilmesini ister fakat kimse aldırış etmez.Daha sonra fark eder ki burada sakatlık herkese mahsustur. 

O Kurtuluş Savaşının bütün heyecanını ruhunda taşıyan bir aydındır.Bütün ümidi Mustafa Kemaldedir.İstanbul gazetelerinden, kasabaya gelen muhtardan, köye gelen memurdan savaşla ilgili haberleri almaya çalışır.Ahmet Celal harp görmüş heyecanlı, milliyetçi bir aydındır. 

Ahmet Celal köylülere göre “YABAN”dır. Konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki acılardan kurtulmak için Mehmet Ali’nin köyüne gelmiş, köylülerin arasına katılarak kendini yenilemeyi ummuştur:”Bir köylü nasıl yaşarsa öyle yaşayacaktım. Tamamıyla onlara karışacaktım.” Ama çok geçmeden yabanlığın bir yazgı olduğunu anlar:”Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak... haydi bunların hepsini yapayım fakat nasıl onlar gibi düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?” 

Aralarındaki bu uçurum zamanla daha da açılır. Nedeni, köylünün Kurtuluş Savaşı karşısındaki tutumudur. Ahmet Celal ilk defa savaştan söz açıp düşmanın İzmir’ aldığını, yurdun işgal edilmekte olduğunu söylediği zaman köylüler bu konuya bile ilgi göstermezler. Onlar Mustafa Kemal kuvvetlerine karşı bir tutum içine girmektedirler. Çünkü düşmanın halife adına onları Mustafa Kemal’den kurtarmaya geldiğine ve Avrupa denen bir kraliçenin de savaştan sonra İslam dinini kabul edeceği yolunda işlenen propagandaya inanmışlardır. Ahmet Celal’i çileden çıkaran köylünün bu tutumudur. Onlara karşı duygusu nefret ve tiksintidir. 

Düşmanın köye girmesi bile durumu düzeltmez, tersine “felaket bile bizi birleştiremedi. Aramızdaki uçurumu derinleştirdi.” der. 

Bu köyde iki şey hayat ve canlılık, güzellik ve sevgi simgesidir: yeşil ağaç ve berrak su. Ahmet Celal aşık olduğu Emineye rastlar ve onun için “çölde bir vaha” tasvirini yapar. Maalesef aşkına karşılık bulamaz. Daha sonra Emine ile İsmail’in bu yaşayan güzel yeşil dalın kemirilip kurutulmasına benzetir. 

Ahmet Celal köydeki kendi durumunu buraya umutlarla gelişini ve hayal kırıklıklarını anlatırken “burada bir ağaç gibi kurumaya mahkum oldum” der. 

Romanın sonunda ise geçmiş olan hayatını düşünen Ahmet Celal’de harcanmış olan bir neslin hayal kırıklığı vardır. Ona her şeyden acı gelen bütün bir ömrün boş yere akıp gittiğini görmek olur. 

Yaban’da cihan harbini görmüş ve İstiklal harbine katılmış nesli temsil eden Ahmet Celal Kiralık Konakta nasıl nasıl değiştiğini gözlemlediğimiz Hakkı Celis neslindendir. Bu nesilde milliyetçilik emperyalistlerin yurdu işgalleri ile şuurlu bir hale gelir. 


SALİH AĞA 

Köyün en zengin adamlarından birisidir, ama kılık kıyafet itibariyle bir dilenciden farkı yoktur. Ökçesi basık pabucunun içinden çatlak topukları ortadadır. 

Bütün köy halkını nüfuzu altına almıştır. Kadı ile beraber köylünün topraklarını ellerinden alan her türlü iktisadi otoritesi ile köylüyü ezen bir zorbadır. Köyün işgali sırasında menfaat sağlamak düşmana yol göstererek onlardan yazı alarak son düşman işgalinde kendini koruyacak kadar milli duygulardan yoksun bir insandır. 




MEHMET ALİ 

Ahmet Asker olmadan önceki haline dönmüştür, aldığı talim- Celal’in eski askeridir. Onu köyüne götürür. Köye geldikleri günden itibaren Ahmet Celal başka bir Mehmet Aliyle tanışır. terbiye bir anda kaybolmuştur. Tamamıyla köylüler gibi davranmaya başlar, askerlikten kaçmayı düşünür. 



BEKİR ÇAVUŞ 

Bir dönem savaşta bulunduğu için Ahmet Celal’in anlattıklarına yorum getirmese bile onu dinleyen tek kişidir. Ama o da diğer köylüler gibi savaşa duyarsızdır. Harbe katılmış bir insan olmasına rağmen Türk ile Müslüman’ı birbirinden ayırmakta ve kendilerinin Türk değil Müslüman olduğunu söylemektedir. 



ŞEYH YUSUF 

Köye gelmesi olağanüstü bir hadisedir. Herkes işi gücü bırakır, evlerde toplanıp onu dinler. Köylülerce muhterem bir adamdır. Hastalara bakar, üfler, nasihat veriri. Başı sıkıntıda olanları selamete çıkarır. Her yıl köye gelir köylülerden hediyeler alır. Ahmet Celal için bu Türk şeyhi’nin İstanbuldaki İngiliz zabitlerinden farkı yoktur. 



SÜLEYMAN 

Karısının yanında boynu bükük, itaatli, kılıbık ve karısının yaptığı her türlü ahlaksızlığı görmezden gelen bir karakter sergilemektedir. Hakaretleri sineye çeken bütün olanlara rağmen karısına aşık ve onun her söylediğine inanan bir kişidir, bu sebepten dolayı zaman zaman köy halkı tarafından eleştirilmektedir. 



CENNET 

Süleyman’ın karısıdır. Yaptığı her kötülükte ve ahlaksızlıkta üste çıkıp sanki hiç birşey olmamış gibi taşkınlık yaparak onu çok seven kocasını sürekli her yerde sözleriyle ve davranışlarıyla aşağılayıp onun iyi niyetini istismar etmektedir. 



İSMAİL 

Mehmet Ali’nin kardeşidir. Köye ilk geldiği günden beri Ahmet Celalden uzak duran diğer köy çocukları gibi çocukluğundan bir şey anlamayıp sürekli ağır işlerde çalışır. Onu ilk gördüğünde Ahmet Celal üzerinde cüce etkisi bırakan biraz büyümeye başladığı zaman sinsi davranışlarıyla ve Ahmet Celal’in aşık olduğu kızı elinden almasıyla köyde en çok nefret ettiği kişi olmuştur. 



ZEYNEP KADIN 

Mehmet Ali’nin annesidir, tipik bir Anadolu kadınıdır. Yerine göre çok katı, sinirlendiği zaman ne yapacağı belli olmayan bir karakter sergilemektedir. 

(belgeler.com adresinden alıntıdır.)


ROMANIN GENİŞ ÖZETİ 

Ahmet Celal, bir Osmanlı padişahının oğludur. Savaş esnasında vurulmuş ve kolunu kaybetmiştir. Bu hazin hadiseden sonra, dünyadan elini eteğini çekmiş ve toplumdan kaçmak, sessiz sakin bir yerde yaşamak için Anadolu'nun ücra köşelerini seçmiştir. Bu sebebten dolayı, onun subaylık yaptığı dönemde ona emirer olarak hizmet eden M. Ali'nin köyüne gider.

Köydeki ilk günleri onun için çok zor olmuştur. Çünkü bundan önceki yıllarda, İstanbul'da yaşamış ve oranın kültürü ile bezenmiştir. Köylüler ona, oranın yabancısı olduğu için "Yaban" derler. Fakat, Ahmet Celal bu lakabı kendine laik bulmaz. Çünkü o, kolunu salt bu bu millet için kaybettiğini savunur. Onun için köydek ilk iki hafta köy yaşantısını alışma safhası olarak geçer. Bu arada M. Ali'nin müstakil evinin bir odasında kitaplarıyla gününü geçirir. Kitapları bir nebze dahi olsa yalnızlığını ve acısını unutmayı sağlar. Onlar, onun en iyi dostu olmuştur. Bu zaman zarfında, M.Ali'nin annesi, kız kardeşi ve kardeşi İsmail'le tanışır. Köy ortamı ona, İstanbul gibi büyük bir yerde yaşadığı için çok rezalet gelir.

Haftalar ilerledikçe Ahmet Celal, köy ahalisiyle yavaş yavaş tanışır. Köyün en zengini Salih Ağa, muhtar ve Süleyman adında karısını söz geçiremeyen adamla samimiyet kurar. Fakat, bu samimi yet sınırlıdır. Ahmet, onlara hep savaştan, Atatürk'ten ve Onun yaptıklarından bahsederken onlar, onu hiç ciddiye almaz ve bir gün düşman gelip, ülkeyi Osmanlıdan alacak ve onlar huzurlu bir ortamda yaşayacaklarını inanırlar. 

Bir gün Ahmet Celal, köyün civarına gezmeye çıkar. Çünkü, köy halkının düşünceleri onun acısına tuz ekiyordu. Bundan dolayı yaylalara çıkar; doğanın verdiği huzur ile hem acısını hem de yalnızlığını kısmen de olsa unutur. Yine yaylalarda gezerken bir kız görür. Kız, istanbuldakiler gibi bakımlı, giyim-kuşamı iyi olmasa bile, onu çok etkilemiştir. Onunla konuşmak ister; fakat kız ondan kaçar. Çünkü o, köylülerin tabiri ile buraların yabanıdır. Günler geçmesine rağmen, kızı unutamamaktadır. Onu tekrar görmek ve konuşmak için yaylaya çıkar. Bir süre bekledikten sonra yine aynı kız oraya gelir. Ahmet onunla konuşmak ister; fakat nafile. Kız ondan yine kaçar. Fakat o, bu sefer onunla konuşamaya kararlıdır. Ve kızı bir süre kovaladıktan sonra onu yakalar. Kız , sudan yeni çıkmış balık misali, kaçmaya çalışır. Ahmet onu sakinleştirdikten sonra ona, "sadece seninle konuşmak istiyorum." der. Fakat kız yine de kurtulamk için çabalanır. Bir süre sonra, kızın isminin Emine olduğunu öğrenir.

Bu arada cephede savaş şiddetlenmiş ve köylerden tekrar askere çağırılanlar olur. Bunlardan bir tanesi de M.Ali'dir. Onun evden ayrılması ile artık yazarın köyde samimi olacağı, dertlerini anlatabileceği kimse kalmamıştır. Bir kaç hafta daha M. Ali'nin ailesiyle birlikte kalır. Fakat İsmail'in Emine'yi sevdiğini ve onunla evleneceğini duyunca evden ayrılır. Köyde başka bir yerde yaşamaya başlar. Fakat, kolunu kaybetmiş olmasından dolayı yardıma muhtaçtır. İlk zamanlar Süleyman onun ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Aslında o da yazar gibi terkedilmiş ve yapayalnızdır. Karısı, onu asker kaçağı birisiyle aldatmış ve ve İstanbul'a kaçmıştır. Fakat Süleyman karısını çok sevmektedir. Onu bir türlü unutamaz. Aradan günler geçer. Bir gün İsmail'in Emine ile evleneceğini duymasına rağmen yazar, muhtar gider ve Emine'yi kendisine istemesini söyler. Bunun üzerine muhtar hanımını Emine'nin evine gönderir. Ama Emine bu işe "Hayır" der. Üstüne üstelik yazara kolsuz olduğu için ağır hakaretlerde bulunur. Kendisi hakkında söylenen lafları yazar muhtarın ağzından duyunca deliye döner. Ona göre İsmail, Emine'ye layık birisi değildir. 

Birkaç hafta sonra, İsmail'in Emine ile evlenmek üzere hazırlık yaptığını kahvede işitir. Emine'yi kafasından silmeyi başarmış; fakat bir türlü kalbinden atamamıştır. İkinci kez hayal kırıklığına uğrar. Bunun hıncını Süleyman'ı azarlayarak, karısı hakkında ileri geri konuşarak çıkartır. Bu kavgadan sonra, Süleyman daha fazla dayanamaz ve köyü terkeder. Yazar pişmandır ama çok geçtir.

Süleyman'ın evi terketmesinden sonra, kendisine yardım etmesi maksadıyla Emeti Kadın'ı tutar. Onun Hasan adında bir torunu vardır. Emeti Kadın hem torunu Hasan'ı hem de yazara bakmaktadır. Torunu Hasan küçük bir çobandır. Yazar, onunla koyunları otlatmaya çıkar. Böylece hem Emine'yi tekrar görmek hem de acılarını unutmak ister. Bu sırada dağların arkasından top sesleri gelmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi savaş köye doğru gelmektedir. Bu arada Emine İsmail'le evlenir. Yazar, bir daha köyün içinde gezemez olur.

Aradan fazla geçmez. Köye bir şeyh gelir. Köylülere, yurdumuzun düşmanlar tarafında zaptedildiğini ve niyetlerini Anadolu'yu elimizden almak olduğunu; yeşil sarıklıların bizi düşmana karşı savunduklarını ve müslüman olmak isteyen kraliçeden bahserder. Bu olayı yazar, Emeti Kadı'nın duyduklarından öğrenir. Bunun üzerine yazar sinirlenir ve şeyhe gider , onunla kavga eder. 

Savaş cephelerde son surat devam etmektedir. Düşman uçakları köyün üzerinde kol gezmekte ve bir takım kağıt parçalarını yere atmaktadır. Kağıtta "Sakın yerinizden yurdunuzdan olmayınız. Biz size kötülülük etmeğe gelmiyoruz. Halife ve padişah bizimle beraberdir. Biz sizi Kemal'in çetelerinden kurtarmak için harbediyoruz." yazar. Köylüler, bunu okuyunca yazar, her birinin gözünün parıl parıl parlamağa başladığını görür. Bir akşam üstü eve dönmek üzere iken "Davranma!" diye bir sesle irkilir. Yazar ilk başta anlamazlıktan gelir; fakat bir kaç adım atar atmaz bir kurşun kulağının dibinden bir arı gibi vızıldayarak geçer. Yazar, bunun bir asker kaçağı olarak düşünür; ama ateş eden bir Türk askeridir. Az kalsın bir Türk askerinin kör kurşununa hedef olacaktı. Onlara durumu anlattıktan sonra birliğin (topçu müfrezesi) komutanlarından savaş hakkında bir kaç bilgi alır. Konuşmalardan yazar, Türk Ordusu'nun savaşı kazanacağından ümitperver olur. Artık savaş, köye çok yakın yerlerde cereyan etmektedir.Bu sebebten dolayı birlikler, köy yollarını kullanmaktadır.

Bir gün inanılmaz bir olay olur. Yazar, muhtar ve diğer köy ahalisi kahvede otururlarken, uzaktan çok dağınık halde bir birlik gelmekte olduğunu görmektedirler. İlk başta düşman sanılan birliğin daha sonra Türk Ordusu'ndan olduğu anlaşılır. Bekir Çavuş, savaşın son gelişmelerinden haberdar olmak için askerlerden bir kaç tanesini "Komutanınız nerede ?" diye sorar. Daha sonra birlik komutanı bir başçavuş çıkagelir. Başçavuş yorgun ve perişan haldedir. Bir süre Başçavuşla muhtar bakıştıktan sonra sarmaş dolaş olurlar. Çünkü o, bir zamanlar köyde yaşamış ve öldü sanılan Emine'nin babasıdır. Cephedeki bir kaç olaydan ve gelişmelerden konuştuktan sonra muhtar ona kızı Emine'yi hatırlatır. Daha sonra muhtar "Daha önce nerelerdeydin?" diye sorar. Bunun üzerin Başçavuş, on yıl moskofa esir düştüğünü ve esaret yıllarını anlatır. Bu arada Emine kahvehaneye babasıyla görüştürülür. İlk başta Emine, ürkek bakışlarla babasına baktıktan sonra göz ucuyla da yazara bakar ve utangaçlığından ne yapacağını bilemez. Bir süre bakıştıktan sonra yazar, Emine'nin artık İsmail'i sevmediğini bakışlarından anlar. Artık bu noktadan sonra, yazarla Emine arasında bakışmalarla birbirlerine olan aşklarını ilan ederler. Ama bir sorun vardır: Emine'nin İsmail'le evli olması. Bir müddet sonra başçavuş, anasını görmeye gider; askelerini de bir süre mola yapmak üzere muhtara bırakır.

Ertesi gün, sabah erkenden birliğin yola çıktığın öğrenilir. Dağın arkasındaki top sesleri iyiden iyiye artmaktadır. Köylüler bu olaya karşı tedirgindir. Çoban Hasan'la yazar arada sırada koyunları yaylaya çıkartırlar. Fakat, bir gün Küçük Hasan yaylaya kendisi gider. Ne olduysa o gün olur. Yazar, Küçük Hasan'ın "Geliyorlar" diyerek bağırmasıyla uyanır. Hasan'a "ne olduğunu" sorar. Benzi solmuş, soluk soluğa kalan Hasan :

- Aha onlar, senin dediklerin.Te karşıki belin üstünden yürüyüp geliyorlar. 

Yazar bir süre kendini toparlayamaz. Çocuğun yüzüne bön bön bakar. Endişe ile apar topar bir kaç eşyasını toplamaya başlar; fakat kolu olmadığı için yardıma ihtiyacı vardır. Emeti Kadın'ı arar ama bulamaz. Evin etrafına bakınır hiç kimseyi bulamaz. Belliki köylü korkudan saklanmış olmalı. Düşmanın hemen köye girmek üzere olduğu, ağır topçu taburunun araba ve demir şakırtılarının seslerinden anlaşılıyordu. Yazar hemen kapısını kilitler, pencereleri kapatır. Aradan fazla geçmez. Dışarıda garip garip sesler gelmektedir. Bu sesler Yunancadır. Köy tamamen düşman askerleri tarafından ele geçilir. Her eve baskın düzenlerler. Bulduklarını köy meydanına çıkartırlar. Sırada yazarın evi vardı. Asker kapıyı açmaya çalışır aman nafile kapı kilitlidir. Son çareyi kapıyı kırmakta bulur. 

İlk başta yazar, askere diklenmeye çalışır; sonuç vermeyince kendini düşman askerine bırakır. Bir süre sonra yazar, arayıpta bulamadığı köy halkının toplandığı yere götürülür. Burada askerler kadınlara, genç kızlara tacizde bulunur. Yazar bundan rahatsızlık duyar. Aslına bakarsan o, sadece Emine için endişe duymaktadır. Emine'ye baktıkça hem onları korumak hem de Emine'ye sakat olduğu halde erkekliğinden ödün vermediğini göstermek maksadıyla askerlerin arasından Rumca bilene, onu komutanın yanına götürmesini ister. Asker onu alır, komutanının yanına götürür. Yazar Fransızca bildiği için ona, Fransızca olarak askerlerinin halkı eziyet ettiklerini ve genç kızlara tacizde bulunduğunu ifade eder. Yunan subayı onu dinledikten sonra tekrar toplanma noktasına geri götürür. Ve askerlere ve köy halkına eziyet edilip edilmediğine dair sorular sorar. Ahali korktuğu için bir şeyler söyleyemez. Daha sonra askerler, köydeki bütün evleri arama yaptırarak silah namına ne varsa hepsini toplattırır. Ve köylülerden yiyecek, içecek toplarlar ve bunu para karşılığında aldıklarını göstermek maksadıyla öylülere bir kağıt verirler. Cahil köylüler buna inanır ve olan tüm yiyeceklerini teslim ederler. Halbuki Türk askerleri geldiğinde onlardan her şeylerini esirgemişlerdir. Eski bir subay olan yazar, düşmanın köylülerden yiyecek ve içecek toplamasından en az bir iki haftaya kalmaz köyden ayrılacaklarını yorumlar. Bir kaç gün ilerledikten sonra, yazar Emeti Kadın'ın çığlıkları ile uyanır. Hasan'a işkence ederler. Zavallı çocuk her tarafı yara bere içinde, acılar içinde kıvranmaktadır. Yazar ilk başta Hasan'ın öldüğünü zanneder ama nabzını yokladığında yaşıdığını farkeder. Yazarın endişesi giderek artar. 

Ertesi gün, askerler topladıkları eşyaları saracak bir şey aramak için yazarın evini basarlar. Hasan o esnada çarşafın arasında yatmaktadır. Yazar, askerlere "Ne istiyorsunuz" der. Onlar cevap vermeden, aniden çarşafı öyle bir hızla çekerler ki Hasan yere "pat" diye sertçe yere düşer. Zaten hali perişan olan Hasan, bu sefer ölümü atlatamaz. Olduğu yerde yığılır kalır. Emeti Kadın ve yazar Hasan'a yardım etmek için koşarlar; fakat Hasan ölür. Ağlamalar, sızlamalar yazar kendini tutamayarak askere bir yumrukta yere serer. Olaylar bu esnada cereyan eder. Köylüler ilk defa da olsa yazarı haklı bulur ve askerlerin üzerine yürürler. Ortalık karışır. Bu karışıklıktan yararlanarak Emine ile yazar kaçarlar. Bu esnada yazar, böğründen vurulur. Fakat bu acıyı o anda hissetmez.sadece yazar değil, aynı zamanda Emine de sol bacağından yaralanmıştır. Kaçabildikleri yere kadar kaçarlar. Bir yere vardıklarında oturup dinlenmeye karar verdiklerinde vurulduklarını anlarlar. Hele Emine'nin yarası daha ağırdır. Kalkacak durumda değildir. Bu sebebten dolayı yazar Emine'yi yalnız bırakır ve yoluna devam eder.


KİTABIN ANAFİKRİ: Aydın birisinin köy halkı ile uyuşmazlığı ile birlikte Anadolu insanın bakımsızlığı, köylülerin olaylara karşı cahilliği ve yazarın yalnızlığı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder