13 Şubat 2015 Cuma

ATEŞTEN GÖMLEK


1)    KONUSU:

                İzmir’in işgali üzerine şehri kurtarmaya amaçlayan milli mücadele hareketlerinin hedeflerine nasıl ulaştığını anlatıyor.

2)    ÖZETİ:

               İzmir’in işgalinde Yunanlıların, kocasını ve oğlunu öldürmeleri üzerine önce İstanbul’a gelen ve sahip olduğu Türklük şuuru ve mücadele azmiyle İstanbullu gençlerin bilinçlenmesini sağlayan Ayşe’nin uyandırdığı heyecana kapılan subaylar Anadolu’ya geçerler. Çeteler düşmanla savaşmaktadır. Bu savaşta Ayşe hasta bakıcı Peyami ise çeviricidir.

               Ayşe kendisini seven ve evlenme teklif eden İhsan’a cevabını ancak İzmir alındıktan sonra vereceğini söyler. Peyami ise sevgisini Ayşe’ye açıklayamamaktadır. Cephede İhsan şehit düşer, Ayşe de ileri hatlar giderek orada can verir. Peyami ise kafasına aldığı kurşunla hastahanede ölür.

              Peyami’nin ölümünden sonra doktorlar Peyami’nin notlarını araştırarak Ayşe adında birisinin kolorduda görev yapmadığını ve İhsan isminde birinin de alay komutanı olmadığını fark etmişlerdir.

3)  ANA FİKRİ:

               Vatanın bağımsızlığı için kadın-erkek demeden tüm halkın mücadele etmesidir.

        
           
4)    ŞAHISLAR

                Peyami: İzmir’in işgali sırasında cephede çevirici olarak görev yapar. dışişleri memurudur. Ayşe’yi çok sever. Aynı zamanda çok duygusal bir kişiliğe sahiptir.

                Ayşe: Savaş zamanında cephede hasta bakıcılık yapar. İzmir’in işgalinde milli mücadele ruhu içinde halkı bilinçlendirmeye çalışır. Çok hırslı, çekici ve hoş bir bayandır.


    İhsan: Bir subaydır. Sakarya savaşında şehit düşmüştür. Ayşe’yi çok sever ve onunla evlenmek ister.

(alıntıdır)

KÜÇÜK AĞA

1-)KİTABIN KONUSU :
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü,heybetini kaybetmeye başlamış,isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür.Kitapta , bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak ,kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır.Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başla ve gelişir.

2-) KİTABIN ÖZETİ :       
Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte , Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir.Savaş sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür.Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir.Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür.Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur.Salih’in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir.Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır.Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan kopamamaktadır.Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih’i dışlar.Salih artık sürekli Niko ve O’nun çevresiyle dolaşır olmuştur.Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır.Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur.Kimsenin O’na hak ettiği saygıyı göstermediğine
inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir.Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.
Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur.Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir.İstanbul’dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlı’ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır.Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır.Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır.Bu sırada memlekette Hoca’nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte , kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır.Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu’da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur.Fakat Kuvayı Milliye’nin işi çok güçtür.Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmelidir.Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir.Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir , Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak ,yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir.Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir  çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır.Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını , padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır.Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla  iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır.
Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya verir.O’nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko’nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır.Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır.Kuvva bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır.Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir’den kaçar ve çete reislerine sığınır.Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır.Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih’i O’nu bulmakla görevlendirir.Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır.Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir.Salih Hoca’yı bulur ve O’nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder.Beraberce Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesine katılırlar .Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır.Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva’ya ve Ankara’ya karşı isyan bayrağı açmıştır.Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar.Hoca’nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva’ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır.Bu sırada Hoca Salih’ i haber edinmek için  Akşehir’e yollar.Akşehir’de ise Hoca öldü bilinmektedir.Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği “Küçük Ağa” ile kuvva yararına çalışmaktadır.Hoca’nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir’de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır.Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca’nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar.
Hoca Ethem’in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O’na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur.Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır.Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir.Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir , şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır.Hoca bunu acıyla farkeder.Ankara ise Hoca’nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara’ya davet eder.Daveti kabul eden Hoca Ankara’nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın , bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve  hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür.Fevzi Paşa Hoca’ya yakınlık gösterir.Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır.Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis’e büyük iş düşmektedir.Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur.Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu , kendisi dışındakilerin O’nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır.Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.
Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir’e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür.Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür.Eşine geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca’ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara’ya döner ve mücadeleye devam eder.

3-)KİTABIN ANA FİKRİ:
Vatan ve millet sevgisi , bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba' dan görünüşü.

4-)KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
 Küçük Ağa(İstanbullu Hoca):Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.

Salih:Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.

Çerkez Ethem:Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.

Doktor Haydar Bey:Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.

Ali Emmi:Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.

  O OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ
A-) FİZİKİ TAHLİLLERİ:

İstanbullu Hoca:Genç olmasına rağmen gür ve siyah sakalı olan, gözleri yeşile çalan açık ela , körpe yüz-lü, boylu poslu ve pehlivan yapılıydı. Bu pehlivan yapısını hafifçe öne durışu ve yumuşak hareketleri biraz gizleyen birisi.

Salih:Sağ kolunu ve sağ kulağını savaşta kaybetmiş, kehribar gibi gözleri olan yiğit bir delikanlıdır. Yana-ğında savaştan kalma bir yara izi vardı.

Ali emmi:Tel çerçeveli gözlükleri vardı. Alnındaki kırışıklıkları olan. İhtiyarlıktan elleri, sakalı titreyen bir adamdır. Ak saçı ve sakalı vardı.

Ağır Ceza Reisi:Sağlam bir kişiliği vardı. Boyu kısaydı fakat çok heybetli bir duruşu vardı.
Emine: Da
ha on beşine basmamıştır. İnce belli fakat dolgun körpe bir kızdır. İri, simsiyah gözleri, hafifçe çatık hilal kaşları,kırmızı ve kalın dudakları, narin ve çekme burnu ve pespembe tenli çok güzel bir kızdır.

C-) RUHİ TAHLİLLERİ:

İstanbullu Hoca:Alim, fazıl, kamil bir hocadır. Bakışlarındaki mana, şefkat, tevazu, ve hüzün ile, didikle-yici, meydan okuyucu, sorguya çeken, hüküm veren ışıltılar oluşuyordu. Bilgili, imanlı ve cesur dur. Derin ve canlı bir tip. Çok fedakar birisidir.

Salih:Mert ve gözünü budaktan esirgemeyen bir insandır.Zor karar veren, fakat verdiği karadan dönmeyen bir yiğittir.En tehlikeli vazifeye oyuna gider gibi giden, edebini, terbiyesini hiç bozmayan bir insandır, ama savaştan sonra iyiden iyiye çökmüştür.

Ali emmi:Bir toprak adamıdır. Bütün benzerleri gibi toprağın sabır ve sükununu içine sindirmiş bir Akşe-hir köylüsüdür.

Ağır Ceza Reisi:Sağlam bir şahsiyeti vardır. Çünkü doğru yolu bulmuştur. Sade, alçakgönüllü ve dürüst-tür. Ama gerektiği zaman inatçı ve yırtıcıdır
.
Emine:Huyu da yüzü gibi çok güzeldir. Temiz, namuslu, zengin bir ailenin bir kızıdır

D-)SOSYOLOJİK TAHLİLLERİ:

İstanbullu Hoca:Asıl adı Mehmet Reşit’dir sonradan adı “Küçük Ağa” olur. Milli Mücadele’yi kazandıran unsurlardan birisini, din adamlarını temsil eder.

Salih:Onun için Çolak derler. Savaştan sonra kendini kaybeder, ama erken toparlar ve Küçük Ağa’nın en yakını olur.

Ali emmi:Romanda Milli Mücadele’nin “millet” unsurunu temsil eder.

Ağır Ceza Reisi:İyi bir tahsil ve terbiye görmüştür. Pratik, inandığı değerler içinde, bulunduğu şartlar arasında ahenk kurmuştur.

Emine:Bir köylü kızıdır. Erkeğine son derece bağlıdır.


NOT:Ayrıca romanda Gönülsüzlerin Haydar Bey, Topbaşların Halis, Yüzbaşı Hamdi, Yüzbaşı Nazmi, Küçük Hacı gibi kahramanlar vardır. Hepsi de Milli Mücadele’nin isimsiz yiğitleridir.

D-) OLAYIN GEÇTİĞİ MEKAN:

Olay Akşehir’de geçmektedir. Akşehir’in Topyeri ve Çobankaya’nın arasındaki Tekke Deresi’-ni bir üçgenin tabanı gibi kapatan Taşoluk sokağı iki fırın, bir bakkalı, bahçeli ve iki, üç katlı evleri ile Ak-şehir’in gözde semtlerinden birisi idi. Sokağın tam ortasında Halıhane’nin büyük bahçesine dayanan bir çıkmaz vardı. Salih’lerin evi bu çıkmazın sol tarafında, en dipte idi. Kasabanın değişmeyen, hatta büsbütün canlanan bir yönü de vardı: Gavur Mahallesi. Burada Minas’ın, Yorgo’nun meyhaneleri vardır. Gavur Mahallesi ile diğer mahalleler arasında pek mühimsenecek bir fark yoktur. Sadece evlerin tipleri biraz değişiktir.

E-) TÜR BİLGİSİ:

Eserin türü romandır. Roman, çeviriler yoluyla edebiyatımıza girmiştir. Roman alanında ilk çeviri eser Yusuf Kamil Paşa ‘nın yaptığı Telemak’tır. Ahmet Mithat birkaç yıl sonra halka yönelik hikaye ve roman yazma yolunu seçerek Dünyaya İkinci Geliş, Hasan Mellah, Felatun Bey adlı romanlarını yazdı. Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseri ilk Türk romanı olarak kabul edilir. 1876’da Na-mık Kemal’in yazmış olduğu İntibah adlı roman da, ilk edebi romandır. Romantizmin etkisiyle yazılmış olan bu roman ilk tasvir ve psikolojik çözümleme romanımız olarak da kabul edilir.

Recaizade Ekrem, Samipaşazade Sezai, ve Nabizade Nazım’ın romanlarında romantizmden rea-lizme doğru bir gelişim görülür.

 F. DİL VE ANLATIM:
Dil, Kurtuluş savaşı yıllarının diline yakındır. Arapça ve Farsça kelimeler vardır. Anlatım akıcı, olay örgüsünü aksamaya uğratmayan ve çekici bir anlatımdır.
 SONUÇ: Türk Toplumunun verdiği en büyük milli mücadele örneği olan bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı en gerçekçi biçimiyle bize ufacık bir parçasıyla yansıtılmıştır. Dönemin zorlukları, şartları ve kişilerin fedakârlıkları abartısız biçimde anlatılmıştır. Zafere olan inanç ve halkın dayanışması en çarpıcı biçimiyle yansıtılmış ve kitapta adı geçen kişiler, binlerce benzerleri gibi verdikleri üstün mücadelelerle gelecek günleri hazırlamışlardır.

(Bir kaç siteden alıntı yapılarak http://edebiyatodevleri.blogspot.com.tr/ tarafından derlenmiştir)













11 Şubat 2015 Çarşamba

AŞK-I MEMNÛ ROMANININ İNCELENMESİ


                                  AŞK-I  MEMNÛ


Eserin Konusu:  Kırk beş yaşlarındaki Adnan Bey ile yirmi iki yaşındaki Bihter’in evlenmesi, bu evlenmenin öncelikle, Adnan Bey’in kızı Nihal’in ve diğer insanların üzerindeki etkisi ve evliliğinde aradığı mutluluğu bulamayan Bihter ile Adnan Bey’in yeğeni Behlül arasındaki yasak aşktır.

Eserin Ana Fikri:  İnsanlar birbirleriyle evlenirken maddi unsurlardan ziyâde manevî değerleri göz önünde bulundurmalıdır.

Ana Çizgileriyle Vak’a:
Aşk-ı Memnu’da olay, Boğaziçi’nde bir sandal gezintisiyle başlar. Adnan Bey kırk beş yaşlarında, zengin, zarif, kültürlü bir kişidir. Karısını kaybettikten sonra Boğaziçi’ndeki yalısında kızı Nihal, oğlu Bülend ve hizmetkârları ile birlikte yaşamaktadır.
            Bihter yirmi iki yaşında güzel bir genç kızdır. Adnan Bey’in kendisiyle ilgilendiğini düşünen annesi Firdevs hanım’ın karşı çıkmasına rağmen Adnan Bey’le evlenir. Bu evlilik, başlangıçta iyi anlaşır. Fakat bir süre sonra hizmetkârlarından bazıları evi terk eder. Çok sevdiği kardeşi bülend yatılı okula gönderilir. Bütün bunlardan Bihter’i sorumlu tutan Nihal’in Bihter ile arası açılır. Bunlara bir de mürebbiyesi Matmazel de Courton’un gönderilmesi eklenince Nihal Bihter’e kin duyar.
            Bihter bir yandan kocasıyla arasında olan yaş farkından, bir yandan da Firdevs hanımın kışkırtmaları ve yanlış davranışları sonunda bir boşluğa düşer. Bu zayıf anında Behlül’e yakınlık duyar. Yalıda kalan ve Adnan Bey’in yeğeni olan Behlül macera düşkünü, yakışıklı ve çapkın bir gençtir. Geceleri Behlül’ün odasında buluşurlar; fakat Behlül için Bihter diğer kadınlardan farksızdır. Onu da aldatır.
            Bir süre sonra ayak ağrılarını bahane ederek yalıya taşınan Firdevs Hanım, Nihal ile Behlül’ün nişanlanması fikrini ortaya atar. Önce bir şaka sayılan bu fikir, zamanla herkesin aklına yatar. Nihal adada halasının yanındayken Behlül’ün teklifini kabul eder. Bu arada Bihter Firdevs Hanım’a her şeyi anlatır. Ve bu evliliğe engel olmasını yoksa her şeyi kocasına anlatacağını söyler. Bunun üzerine Firdevs  Hanım Bülend’le adadaki Behlül’e bir pusula gönderir. Fakat Behlül adadan ayrılırken bu kağıdı düşürür. Kağıtta yazılanlardan şüphelenen Nihal, yalıya döner. Merdiven başında Behlül ile Bihter’in konuşmasını duyarak bayılır. Bunun üzerine Adnan Bey, Nihal’in odasında Beşir’den her şeyi öğrenir. Bihter intihar eder. Behlül yalıdan kaçar.
            Nihal babasına kavuşur. Bülend, mürebbiye ve hizmetkârlar eve geri dönerler. Olanları unutarak eski mutlu yaşamlarına geri dönmeye çalışırlar.

Türü: Bireyler arası duygusal ilişkiyi işlemesi açısından bakıldığında dramatik roman, insanların hem iyi, hem de kötü yönünün sergilenmesi açısından bakıldığında  da klâsik-realist roman olarak değerlendirebiliriz.
Eserin Adı İle İçeriği Arasındaki İlişki: Eserin adıyla muhtevası arasında kayda değer bir ilişki vardır. Bihter’in kocasının yeğeni Behlül ile yaşadığı yasak aşkı konu alan eser bu yasak aşkın diğer insanlar ve özellikle Nihal üzerindeki etkisi üzerinde durmuştur. Bu nedenle eserin içeriği ve ismi arasında münasebet vardır. 

o    Bakış Açısı: Anlatıcı yazar, eserde her şeyi bilen ve gören bir konumundadır. Şahısların iç konuşmalarını duyar(s.83, 149). Bundan dolayı eserde hakim bakış açısı kullanılmış diyebiliriz.

o    Anlatım Tekniği: Halit Ziya  romanlarında iki tür anlatım tekniği kullanır. İlki zaman zaman şuur altını yansıtan anlatımdır. Diğeri ise, sosyal tenkit ve hiciv tarzında beliren anlatımdır. Romanda tenkit edilen gizli aşktır. Bu konu Madam Bovary romanında da işlenmiştir.

o    Olay Örgüsü: Bu romandaki olay örgüsü, düz bir çizgi hâlinde gelişmiştir. Bütün olaylar bir sonuca bağlandığı için kapalı olay örgüsü vardır.


ŞAHISLAR

BİHTER
Fiziki Yapısı: Yuvarlak çeneli, uzun ve düz kaşlı, dudakları etli; ama solgun olan, beyaz inci gibi dişleri olan çocuksu bakışlı bir kişidir. Alnı biraz geniştir. Saçları kıvırcık siyah ve gürdür. Gözlerinde bir parıltı sezinlenir. Bu parıltının derinliklerinde çocuk gözü hissedilir. İnce, uzun  boylu, fidan gibi, güzel giyimli, ağırbaşlı, zarif, narin, 22 yaşında olan bir hanımdır.
Psikolojik Yapısı: Adnan Bey ile maddiyat için, yani para için evlenir. Bu evliliğin başka sebepleri de vardır. Annesinden kurtulmak istemesi ve annesinin kötü şöhretinden dolayı koca bulamamak korkusu onu, bu babası yaşında olan Adnan Bey’le evlenmeye iter. Fakat evliliğinde bulamadığı hissi ve cinsel arzuları, Behlül’ün kollarında bulur. Bu yüzden kocasını aldatmıştır. Bihter sadece maddiyatın kendini mutlu edemeyeceğini düşünmemiştir. Ahlaksal yönden annesine benzememek için de bir çatışma yaratır. Kıskançtır.
Sosyal Yapısı: Melih Bey takımının elemanı olan Firdevs Hanım’ın küçük kızıdır. Babası ölmüştür. Gezi ve eğlence yerlerinin tanınmış simâlarındandır. Türkçe, Fransızca ve biraz da Rumca bilir. Tam bir eğitim almamıştır. Piyano ve ud çalmasını bilir. Evlendikten sonra sosyal statüsü değişir. Kocasına sadık bir eş ve çocuklarına iyi bir anne olmak niyetiyle yaptığı evlilikte, namusunu ve şerefini koruyamamıştır.

NİHAL
Fiziki Yapısı: Gözleri mavi, uzun, uçları yukarı kıvrık sarı kirpikli(s.63), küçük ağızlı. Renksiz dudaklı, incecik elleri olan, uzun sarı saçlı, 12-14 yaşlarında bir kızdır(s.109).
Psikolojik Yapısı: Nihal duygusal ve çok hassas bir insandır. Çabucak sinirlenen ve sinirlendiğinde de hastalanan birisidir. Bazen de sinirlendiği zaman birden sevinçli, hayatı seven biri haline gelir. Her şeyin aşırısını ister. Çok sevilmek için can atar. Kıskançtır; ama onun bu kıskançlığı farklıdır. Herkesten ve her şeyden kaçar, ürkektir. Yalnızlığı hiç sevmez; fakat bütün sevdikleri elinden almıştır. Hayatındaki boşluğu doldurmak için tek çareyi Behlül’ü sevmek ve onunla evlenmeyi düşünmekte bulur.

Sosyal Yapısı: Adnan Bey’in kızıdır. Annesi küçük yaşta ölmüştür. Annesi öldükten sonra yetişmesi mürebbiyesine verilmiştir. Matmazel de Courton adlı mürebbiye onu yatiştirir ve ona ders de verir. Piyano çalmasını bilir. İtalyan müziğini çok beğenir. Diliş ve gergefe meraklıdır. Müziği ve operayı sever.

BEHLÜL
Fiziki Yapısı: 20 yaşlarında, ince sarı bıyıklı, genç ve yakışıklı bir delikanlıdır.
Psikolojik Yapısı: Parayı her şeyden üstün gören, dünya yıkılsa bile umrunda olmayan bir adamdır. Sadece kendisini düşünen birisidir.(s.83-84). Amcasına ihanet ettiği için vicdanı sızlar. Fakat kendisini suçsuz ilân eder. Suçlu olmaktan kaçar ve asıl suçu bu evliliğe atar.
Sosyal Yapısı: Adnan Bey’in yeğenidir. Galatasaray’dan mezun olmuştur. Hayatı her yönüyle bildiğine inanır. O da diğer gençler gibi okuldan çıkıp hayat atıldığında, sanatçının sahneye ilk çıkışında duyduğu yürek çarpıntısını duymaz(s.81). Hareketli bir yapısı vardır(s.82). Nerede bir eğlence varsa oradadır. Birçok dostu vardır. Çapkındır ve kadınlara düşkündür. Güzel giyinmek ve zamanını hoş geçirmek gibi merakları vardır.

ADNAN BEY
Fiziki Yapısı: Kırkbeş yaşlarında, sakalı iyi taranmış, bakımlı, her zaman güzel giyinen şık bir beyefendidir. Gözleri miyoptur.
Psikolojik Yapısı: İnce eleyip sık dokuyan bir yapıya sahiptir. Bir şeyi kolay kolay beğenmez. Özverili ve fedakârdır.
Sosyal Yapısı: Boğaziçi’nde bir yalıda oturur. Zengindir. Kızına bağlı bir baba, karısına bağlı bir eştir. Terbiyeli ve olgun bir insandır. Boş zamanlarında ağaçtan eşyalar yapar.

FİRDEVS HANIM
Fiziki Yapısı: Saçları sarı boyalı, gözleri sürmeli 45 yaşlarında bir kadındır.
Psikolojik yapısı: Kızlarını gençliğini, güzelliğini ve mutluluğunu kıskanan birisidir. Kıskançtır. Kızlarıyla adeta yarışır. Kızlarının büyüdüğünü ve kendisinin yaşlandığını asla kabul etmez. Genç görünmek isteyen ve bunun için genç gibi giyinen bir insandır.
Sosyal Yapısı: Melih Bey takımındandır. İki kızı vardır. Dul bir kadındır. Maddî geliri pek fazla değildir. Özgür ve hoppa birisidir. Eğlence yerlerinin tanınış simâlarından birisidir.

BÜLEND
Fiziki Yapısı: Tombul, al yanaklı, ince kumral saçlı sevimli bir oğlandır.
Psikolojik Yapısı: Hiçbir şeyden haberi yoktur. Oymacığına meraklıdır. Dağınık bir çocuktur.
Sosyal Yapısı: Adnan Bey’in küçük oğludur. Yatılı okula verilmiştir. Annesi ölmüştür. Üvey annesi Bihter ile arası iyidir. Ablasını çok sevmektedir.

MATMAZEL DE COURTON
Fiziki Yapısı: Evlenmek için geç kalan, yaşı ilerlemiş yabancı uyruklu bir kadındır.
Psikolojik Yapısı: İffet ve namusunu korumak için İstanbul’a gelen namuslu bir kadındır. Nihal’in annesiz kalışı onun annelik özlemini ortaya çıkarır. Onun da gönlünde bir annelik hevesi vardır. Nihal bu boşluğu doldurur.
Sosyal Yapısı: Evlenmekte geç kalmış yaşlı bir kızdır. Beyoğlu’nun seçkin ailelerinden bir Rum ailesine mürebbiye olarak gelmiştir. Adnan Bey’in yalısı ise  mürebbiyelik hayatının ikinci dönemidir.

PEYKER
Fiziki yapısı: Kısa, kılsız kaşlı, kumral, geniş omuzlu, dolgun vücutlu bir kadındır. Yirmi beş yaşındadır. Babasına benzemektedir(s.25).
Psikolojik Yapısı: Kocasına sadık iffetli bir kadındır. Behlül ona sarkıntılık eder; fakat namuslu Peyker, Behlül’ün asılmalarına aldırış etmez.
Sosyal Yapısı: Firdevs Hanım’ın büyük kızıdır. Evli bir çocuk annesidir.

BEŞİR
Fiziki Yapısı: Sıska bir yapıya sahiptir.
Sosyal Yapısı: Yalıdaki ara işlerine bakan Habeş asıllı bir çocuktur. Bülend’in oyun arkadaşıdır. Nihal’i çok sever ve ona tam samimiyetle bağlıdır. Bihter ile Behlül arasındaki yasak ilişkiyi bilmektedir. Romanın sonunda Nihal’in haline dayanamamış ve bildiği her şeyi Adnan Bey’e anlatmaştır.

HALA
Fiziki Yapısı: Romanda geçmemektedir.
Sosyal Yapısı: Marmara denizindeki adalardan birinde oturur. Misafirperver bir kişidir. Yeğenini çok sever. Adnan Bey evlendikten sonra yalıya hiç gelmemiştir.

ZAMAN
Romanın vak’a zamanı 19.yyılın ikinci yarısının sonlarıdır. Bu yargıyı çıkarmamızın nedeni o dönemin toplumsal yapısında bulunan yaşam tarzının romanda geçmesidir.
Romanda kronolojik zaman kullanılmıştır. Olaylar birbirini takip eder niteliktedir. Olayların anlatıldığı zaman iki yıl gibi bir süreyi kapsamaktadır
Roman “zaman içinde değişme” açık bir şekilde belli edilmemiştir. Yaklaşık iki sene süren hadiseler içinde  Nihal çocukluktan genç kızlığa geçer; fakat bu onun mizacında ve düşüncelerinde önemli bir değişiklik yaratmıyor.  
Aşk-ı Memnu’da önemli olan figürler arasındaki duygusal yaklaşmalar ve uzaklaşmalardır. Bu sebeple; Aşk-ı Memnu’daki zaman içseldir. Yani romanın hareketi fizikî olarak değil, kişilerin yoğun yaşadıkları ilişkilerin  ve çatışmaların gelişimi biçiminde belirir. Romanda zâmân gerçek manada değil sembolik mânâda kendisini gösterir.
Romanda duyguların yoğunlaştığı zaman dilimi gecedir. Bu romanda yaşanılan zaman anlatılmaktadır. Aktüel zaman iki senedir. Fakat yazar kahramanları daha iyi tanıtabilmek için onların geçmiş günlerine dönerek çocukluk ve gençlik günleri hakkında bilgi verir.

MEKÂN
Romanda mekân son derece sınırlıdır. Aşk-ı Memnu romanı kapalı mekân içinde etrafı boşaltılmış ve böylece yalıtılmıştır. Roman kahramanları bir yalının dar çerçevesi içinde  bir araya getirilmiş, kendi başlarına yaşayan insanlardır. Yer yer İstanbul’un eğlence yerleri ve mesire yerlerinden de söz edilir; fakat bunlar üzerinde durulmaz.
Romanda mekân unsuru sadece hâdiselerin meydana geldiği sahneyi düzenlemede kullanılır. Romanda olaylar ağırlıklı olarak Adnan Bey’in yalısında ve Ada’da meydana gelir. Aşk-ı memnu açık mekânda Boğaziçi’nde başlar, ağırlıklı olarak kapalı mekânda Boğaz’daki yalıda geçer. Ve yine açık bir alanda Heybeli Ada’da biter.

TEZAT UNSURLAR
Romanda kahramanlar arasında, kahramanların psikolojik yapısında mekânlar arasında ve kılık kıyafetlerde çeşitli tezat unsurlarına rastlanır. Eserde iyiler ve kötüler vardır ve az çok karşı karşıya gelirler. Örneğin Nihal iyi, Bihter kötü gösterilmiştir; fakat açık bir çatışmaları yoktur. Saadet- ıztırap tezadı romanda ön plândadır. Gençlik-yaşlılık, hayâl-hakikat gibi tezatlar ise geri plândadır. Romanda Firdevs Hanım olumsuz bir kahraman olarak, kocası Melih Bey ise olumlu bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Bihter sayfa 158’de Firdevs Hanım’a benzemeyeceğine yemin ederken, sayfa 194‘te Firdevs Hanıma benzediğini kabul eder. Bu durum Bihter’in yapısındaki psikolojik çatışmayı gösterir. Romanda görülen bir diğer tezat ise Behlül’ün Bihter’e karşı olan duygularındadır. İlk başta Behlül, Bihter’e aşıktır; fakat Bihter’i elde ettikten sonra ondan nefret etmeye başlar(s.263). Adnan Bey, Melih Bey Takımı batılı özellik taşırken, Şayeste, Nesrin, Şakire Hanım yerli özellik taşır.

  KAVRAMLAR, KABULLER, TESPİTLER VE YORUMLAR
Aşk-ı Memnu’da yazar iki aileyi göz önüne sürüyor. Firdevs Hanımın ailesi dejenere olmuş bir aile örneğidir. Adnan Bey ise hem kendisi, hem de çocukları o zamanın değer hükümlerine göre iyi tahsil ve terbiye görmüş insanlardır. Bu iki ailede ortaya çıkan tek yabancı unsur Behlül’dür. Behlül Adnan Bey’in yeğenidir; ama bu akrabalığın romanın akışı üzerinde bir etkisi görülmez. Yalıda kalabilecek ve Bihter ile yasak aşkı yaşayabilecek bir kişi olmaktan öte bir önemi yoktur. Yani behlül’ün varlığı bir zaruret neticesidir. Firdevs Hanım’ın ailesinde Bihter ön plândadır. Peyker geri plânda tutulmuştur. Adnan Bey ailesinde ise, Nihal ön plânda, Adnan Bey ile Bülend geri plândadır. Evlilik münasebetiyle bu iki aile birleşince Bihter’in karakteri hâdiselere hâkim olur. Roman asıl bu noktadan itibaren başlar. Ahmet Hamdi Tanpınar “Aşk-ı Memnu küçük bir aile cehennemidir ” der.

ÜSLÛP
Aşk-ı Memnu romanı Servet-i Fûnun neslinin dil ve kelime anlayışını devam ettiren bir özellik gösterir. Üslûp olarak yazar, kendisine has sanatlı söyleyişlerin yanında kelimeleri de en güzel şekilde seçerek, anlatmak istediklerini okuyucusuna, çarpıcı bir şekilde aktarır. Şiirsel anlatım üslûbu, Aşk-ı Memnu’da da kendini gösterir. Yazar kelimeleri son derece güzel bir şekilde kullanmış ve duygularını çok güzel bir rahatlıkla, şâirâne bir üslûpla kelimelere dökmüştür. Romanda uzun bağlı ve sıralı cümlelere genişçe yer verilmiştir. Bazen bir cümle bir paragraftan oluşmaktadır(s.61-62).
Roman teknik bakımdan çok iyi bir romandır. Romanda maddî unsurlar ağır basmaktadır. Yazılış tekniğinde en çarpıcı yönlerini kişiler arası dengenin ustalıkla kuruluşu, simgelerle olayların ele alınış yöntemi derinlik katılarak bir duyarlılıkla kullanılışı ve yazarın bütün bu ögeleri her an denetimi altında tutabilmesi, böylelikle romanda sonun asla açıkça sezilmemesi şeklinde sıralayabiliriz.
 Özellikle romanda kişilerin evlilikleri, sosyal yaşantıları üzerinde durulmuştur. Romanda kişilerin giyimi ayrıntılı olarak verilmiştir(19-20-22-45). Giyimle ilgili ayrıntılar anlatılırken, sıfatlar bolca kullanılmıştır. Olayların gelişmesinde birtakım semboller kullanılmıştır. Bu sembollerin kullanılması, romanın geleceği hakkında birtakım ipuçları verir. Ayrıca romanın birçok yerinde oyun ve oyuncak imgeleriyle de karşılaşırız.

DEĞERLENDİRME
Aşk-ı Memnu romanı, Halit Ziya’nın en iyi yapıtı olarak eleştirmenler tarafından kabul edilmektedir. Eser topluma değil,  bireye ve bireyler arası ilişkiye dönük bir romandır.
Yazar somut ve tek olan bir evliliğin belli koşullar altında nasıl işlendiğini, belli insanlar arasındaki ilişkiler örgüsünün niteliğini ve gelişimini anlamaya ve anlatmaya çalışır.
Karakterlerin kişilikleriyle olaylar arasındaki nedensellik bağını, yazar en iyi şekilde kurar.
Yazar Aşk-ı Memnu’da birtakım insanların neden sonuç yasasına göre gelişen aşk öyküsünü anlatan, psikolojik gerçeğe dayanan, sağlam yapılı, kusursuz bir sanat yapıtı peşindedir.
Bireysel ilişkilerin ve sorunların işlendiği roman, toplumla ve yaşamla genel bağlar kuran bir anlam taşımadığı için yazar, bu eksikliği biçimsel özellikte gidermeye çalışır.
Aşk-ı Memnu, özenli dili bir yana, sanatsal açıdan doyurucu olmasının bir nedenini yapıtın iç hareketinde aramak yerinde olur. Çünkü romanda kişiler arasındaki duygusal yakınlaşma ve uzaklaşmaların bir baleyi andırdığı söylenebilir.
Romanda Batı’ya özenti vardır. Beyoğlu’nda alış-veriş yapılır, batı müziği dinlenir, Nihal Fransızca ve piyano dersleri alır. Fransız terbiyesine göre yetiştirilmeye çalışılır.
            Romandaki kişilerin ise toplumla ilgili yanları törpülenmiş geriye toplumsal değil, psikolojik gerçekliğiyle yaşayan bireyler kalmıştır.
            Son olarak romanda tiplerin eskidiğini ve konusunun pek özelliğinin kalmadığını görüyoruz. Ancak onu ölümsüz kılan unsurlar, dili ve üslûbudur.

(alıntıdır)


ROMAN HAKKINDA

ROMAN
Genellikle insanların serüvenlerini, iç dünyalarını, toplumsal bir olay ya da olguyu, insan ilişkilerini ve değişik insanlık durumlarını yansıtmayı amaçlayan düzyazı türüne "roman" denir. "Roman" terimi, Roma İmparatorluğu içindeki halkların kullandığı bozulmuş Lâtinceye verilen addır. Bu bozuk Latince ile yazılan ilk destan ve halk öykülerine roman denmiştir. Bu terim, sonradan belli bir türün adı olmuştur.
Uzun anlatıma dayalı edebiyat türlerinden biri olan roman; olayları yer, zaman ve şahıs kadrosu bütünlüğü ve uyumu içinde anlatır. Okuyucuyu çekebilecek nitelikte merak unsurları içerir. Sosyal yaşamda kişilerin veya ailelerin başlarından geçen ya da geçme olasılığı bulunan olayları yer ve zaman göstererek aktarır. Birbiriyle bağlantılı olayları temel bir düşünce etrafında birleştirerek yansıtır.
Roman, hem bir gerçekliğin hem de düş gücünün ürünüdür. Yazar, anlattığı olayı, kişileri gerçekten olsa da bunları yeniden yaratarak verir. Bu bakımdan roman gerçek yaşamla tam olarak örtüşmez. Roman, yaşamın yeniden üretimi ya da yaratımıdır. Romanda aslında romancının hayal gücü, sanatçı kişiliği, görgü ve bilgisiyle, zengin duygu ve düşüncesiyle yaratılan bir yaşam ortamı anlatılır. Romanın geçtiği sosyal çevre içerisinde dine, felsefeye, ahlaka, siyasete yer verilir. Romancı, okuyucuyu etkilemek, okuyucunun ruhunda bir yankı uyandırmak amacındadır. Romanlar üçüncü kişi ağzıyla, roman kişilerinden birinin ya da birkaçının yazdığı anı biçiminde veya roman kişilerinin birbirlerine gönderdikleri mektuplarla olmak üzere üç değişik şekilde yazılır.
Romanın Öğeleri
Roman dört temel öğeden oluşur. Romanın kurgusunu oluşturan dört temel unsur "yer, zaman, olaylar zinciri ve şahıs kadrosu "dur. Bazı romanlarda bunlara "fikir" unsuru da eklenir.
a. Kişi (kahramanlar): Romanların çoğunda geniş bir şahıs kadrosu vardır. Romanda başkarakter ve yardımcı karakterler bulunur. Romanda şahıslar ayrıntılı olarak tanıtılır. Roman kahramanının yaşamı, geniş bir zaman çerçevesi içinde baştan sona anlatılır. Roman kişileri "tip" ve "karakter" olarak karşımıza çıkar.
Tip: Belli bir sınıfı ya da belli bir insan eğilimini temsil eden kişidir. Tip evrenseldir, genel özelliklere sahiptir. Tipler "sevecen tip, alıngan tip, kıskanç tip, sosyal tip" gibi, bireysel olmaktan çok; başkalarında da bulunan ortak özellikler taşıyan ve bu özellikleri en belirgin şekilde temsil eden şahıs veya şahıs grubudur.
Karakter: Romanda olumlu, olumsuz yönleri ile verilen, belirli bir tip özelliği göstermeyen kişilerdir. Karakter, kendine özgüdür. Karakterler genel temsil özelliği göstermez. Karakterler, birden fazla özelliği belirlenmiş, tipik olan birkaç özelliği ile insanın iç çatışmaları ve çıkmazlarını verme görevini yüklenmiş roman şahıslarıdır. Karakterler çok yönlü olup, değişkenliğe sahip kişiler oldukları için bunlara "yuvarlak roman kişisi" de denmektedir.
b. Olay: Romanlar, temel bir olay etrafında gelişen ve iç içe geçmiş çok sayıda olaydan oluşur. Romanda anlatılan olaylar hayattan alınabileceği gibi, tarihten, anılardan, okunan kitaplardan ve masallardan da alınabilir. Önemli olan, konunun gerçeğe uygun olmasıdır. Romanda olaylar her yönüyle ayrıntılı olarak işlenir. Her olay bir nedene bağlanır. Böylece okuyucu, romanın içine çekilir.
c. Çevre (yer): Romanlardaki kişilerin yaşadığı, olayların geçtiği yerdir çevre. İnsanlar gibi, roman kişileri de belli bir çevrede yaşar. Bu çevre, okuyucuya betimleme yoluyla anlatılır. Romanda olayların geçtiği ve kişilerin yaşadığı yerler, çevre ve diğer mekânlar çok ayrıntılı şekilde verilir.
d. Zaman: Romanlarda zaman kavramı belirgindir. Olay veya olaylar belirli bir zaman diliminde yaşanır. Romanlarda fiiller genellikle "-di'li geçmiş zaman" kipinde kullanılır. Klasik romanda zaman "geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman" olmak üzere üç dilimde verilir. Çağdaş romanda bu anlayış etkin değildir. İnsanın hatırlama yeteneğinden yararlanılarak zamanlar arası geçiş yapılır. İç içe değişik zaman dilimlerinden söz edilebilir. Birkaç zaman bir arada kullanılabilir. Şuur akışı tekniğiyle geriye dönüşler veya ileriye gidişler olabilir.
e. Fikir: Çoğu romanın fikirsel bir yönü de vardır. Romandaki olayların, durumların ve davranışların nedenleri araştırılır; kişilerin psikolojik tahlilleri yapılır ve olayların sonuçları üzerinde durulursa romanın ana düşüncesi ve yardımcı düşünceleri belirlenebilir.
f. Dil ve anlatım: Her romana, eserini kendine özgü görüş, anlayış ve anlatış özelliğine göre oluşturur. Anlatmaya bağlı eserlerde, özellikle de roman ve hikâyeler birinci veya üçüncü kişi ağzından anlatılır. "Birinci kişili anlatım'da "ben, biz"; 'üçüncü kişili anlatım' da eserlerde "o, onlar" özneleri kullanılır. Yüklemler bu öznelere göre çekimlenir. Ayrıca bu tür eserlerde üç tür anlatıcı bakış açısından söz edilebilir. "Dün Ali ile Ayşe'yi eve çağırdım. Birlikte ders çalıştık." Burada birinci kişili anlatım söz konusudur. "Dün Ali ile Ayşe 'yi eve çağırdı. Birlikte ders çalıştılar."Burada üçüncü kişili anlatım söz konusudur.
Anlatıcı Bakış Açıları
Hâkim (İlahi, Tanrısal) Bakış Açısı: Anlatıcı, olayların içinde yer almaz, olaylara müdahale etmez. Olaylara geniş bir açıdan bakar. Anlatıcı her şeyi bilen konumundadır; kahramanların zihinlerinden geçenleri, duygularını, iç dünyalarını geçmişte yaşadıklarını, gelecekte olacakları onların en gizli bilgilerini bütün ayrıntılarıyla bilir. Yazar, roman kahramanlarından daha fazlasını bilir. Anlatım üçüncü kişinin ağzından yapılır.
"Eve nasıl gideceğini düşünüyordu. Babasının kızacağından endişe ediyordu. Bu düşünceler içindeyken aklına bir fikir geldi."
Kahraman Bakış Açısı: Anlatıcı, romanın kahramanlarından biridir. Yazar, olayları kahramanın bakış açısından anlatır. Anlatıcının bildikleri; kahramanın anlattıkları, gördükleri, duydukları ve bildikleri ile sınırlıdır. Olaylar, birinci kişinin ağzından verilir.
"Eve gittim. Babam beni görünce çok sevindi. Sana bir sürprizim var!'dedi. Doğum günüm için aldığı hediyeyi bana verdi."
Gözlemci Bakış Açısı: Anlatıcı, olayların içinde yer almaz. Olayları yansız bir şekilde anlatır, gözlemci konumundadır. Yazarın bildikleri, kahramanın bilgilerinden daha azdır. Bu bakış açısıyla yazılmış romanlarda gizli bilgilere, duygulara, hayallere ve kişilerin iç dünyasındaki çatışmalara yer verilmez. Olaylar üçüncü kişinin ağzından anlatılır.
"Eve gitti. Babası onu görünce çok sevindi. Ona bir sürprizi olduğunu söyledi. Doğum günü için aldığı hediyeyi ona verdi."
ROMAN TÜRLERİ
Romanlar bağlı oldukları edebî akımlara ve konularına göre sınıflanabilir.
1. Akımlarına Göre Romanlar: Edebiyat akımlarına göre romanlar "romantik, realist (gerçekçi), naturalist (doğalcı), estetik, izlenimci, dışavurumcu, toplumcu, yeni roman" olarak sıralanabilir.
2. Konularına Göre Romanlar: Konularına göre romanlar ise "sosyal roman, tarihî roman, macera romanı, tahlil romanı, duygusal roman, egzotik roman, oluşum romanı, didaktik roman, köy romanı, lirik roman, pastoral roman, otobiyografik roman, aşk romanı, bilimkurgu romanı, belgesel roman" olarak isimlendirilebilir.
a. Sosyal roman: Toplumsal sorunların işlendiği romanlardır. Bu tür romanlarda ekonomik sorunlar, sınıflar arası çatışmalar, rejim değişiklikleri, esaret, göç gibi toplumsal yaşamı doğrudan ilgilendiren konular anlatılır.
b. Tarihî roman: Konularını tarihte yaşamış kahramanlarla, onları kuşatan gerçek veya hayalî kişilerin hayat ve maceralarından alan roman türüdür. Bu roman türü, geçmişte yaşanmış önemli olayları konu alır. Ancak tarihten daha derinlerde yatan insanla ilgili daha evresel bir gerçeği araştırmak amacıyla da yazılır. Yazar, tarihî gerçekleri kendi hayal gücü ile birleştirerek anlatır.
c. Macera (serüven) romanı: Günlük yaşamda gerçekleşmesi çok zor olan şaşırtıcı, gizemli olayları sürükleyici bir anlatımla ele alan romanlardır. Bu tür romanlarda "olay" her şey demektir. Romancı, okuyucunun merakını hep zirvede tutar. Bu romanlarda olayların akışına uygun olarak çok zengin ve değişken bir çevre anlatımı vardır. Kahramanlar olay ekseninde sürekli hareket hâlindedir. Bu romanlarda okuyucuya hoşça vakit geçirtmek amaçlanır.
d. Tahlil (çözümleme) romanı: İnsanların ruhsal ve psikolojik durumlarını, olaylar karşısındaki tepkilerini ve davranış biçimlerini işleyen roman türüdür. Bu romanların hatıra türü yazılara yakın bir anlatımı vardır. Tahlil romanları, kişilerin ruhsal durumlarını ayrıntılarıyla çözümlemeye çalışır. Bu romanlarda görünen olaylardan çok, olayların kişi üzerindeki yansımaları konu edinilir. Ruhun derinliklerine inilir, bilinçaltındaki gizemli istekler açığa çıkarılmaya çalışılır. Bu nedenle bu romanlara "psikolojik roman' da denir.
Dünya Edebiyatında Roman
Roman Avrupa'da sözlü edebiyattaki destan türünün geçirdiği evrimleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Roman türünün ilk örneklerini 15. yüzyılda Fransız yazar Rabelais vermiştir.
Bugünkü romanı hatırlatan ilk eser 16. yüzyılda Rönesans'tan sonra Givoanni Boccacio tarafından yazılmış olan "Dekameron'dur. Miguel de Cervantes'in Don Kişot'u 16. yüzyılın sonlarına doğru yazılmıştır ve eser. roman türünün ilk başarılı örneği kabul edilir. 17. yüzyılda Klasik akım içinde ortaya çıkan tek romancı ise Madame De La Fayette'tir. Bu yüzyılda İngiltere de Daniel Defoe "Robenson Cruze"yu, Jonathan Swift "Guliver'in Gezileri'ni yazmıştır.
Bu türün yetkin örnekleri ise 19. yüzyılda verilmeye başlanmıştır. Roman, bir tür olarak karakteristik özelliklerini romantizm ve realizm akımları sayesinde 19. yüzyılda kazanmıştır. 20. yüzyıldaki sosyal ve teknolojik gelişmeler romana da yansımıştır. Bu dönem romancıları arasında Amerikan edebiyatından John Steinbeck, Ernest Hemingway; Alman edebiyatından Thomas Mann, Erich Maria Remargue; Fransız edebiyatından Andre Mourois, Jaun Paul Sartre, Albert Camus sayılabilir.
Türk Edebiyatında Roman
Tanzimat'a kadar Türk toplumunda romanın yerini destanlar, efsaneler, mesneviler ve halk hikâyeleriyle masallar tutmuştur. Türk edebiyatı bugünkü anlamda romanla Fransızcadan yapılan çeviriler sayesinde tanışmıştır. Yusuf Kamil Paşa nın Fransız edebiyatçı Fenelon'dan yaptığı Telemague (Telemak)" adlı çeviri eser, ilk çeviri roman olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türk edebiyatında roman türünün ilk örnekleri Tanzimat döneminde verilmiştir. Şemseddin Sami'nin 'Taaşşuk-ı Talat-ı Fitnat" adlı eseri ilk yerli roman kabul edilir. Edebî anlamda ilk roman örneklerinden biri kabul edilen "İntibah' ı Namık Kemal 1876 da yazmıştır. Batı edebiyatındaki yetkin örnekler ölçüsündeki romanları ise Halit Ziya Uşaklıgil kaleme almıştır. Halit Ziya "Maî ve Siyah", "Aşk-ı Memnu" gibi eserleriyle yerli romana, teknik yönden Batılı bir nitelik kazandırmıştır.
Hikâye – Roman Farkı
Hikâye anlatım olarak romana benzer; ama aslında onun romandan çok farklı yanları vardır:
  • Hikâye türü, romandan daha kısadır.
  • Hikâyede temel öğe olaydır. Romanda ise temel öğe karakter, yani kişidir. Hikâyeler olay üzerine kurulur, romanlar ise kişi üzerine kurulur.
  • Hikâyede tek olay bulunmasına karşılık romanda birbirine bağlı olaylar zinciri vardır. Romandaki olaylardan her biri hikâyeye konu olabilir.
  • Hikâyede kahramanların tanıtımında ayrıntıya girilmez, kahramanlar her yönüyle tanıtılmaz. Romandan farklı olarak hikâyede kişiler sadece olayla ilgili yönleriyle anlatılır. Bu yüzden hikâyelerdeki kişiler bir karakter olarak karşımıza çıkmaz.
  • Öyküde, olayın geçtiği yer (çevre) sınırlıdır ve ayrıntılı olarak anlatılmaz. Romanlarda olaylar çok olduğu için olayların geçtiği çevre de geniştir. Bu çevreler çok ayrıntılı olarak anlatılır.
  • Hikâyeler kısa olduğu için anlatım yalın, anlaşılır ve özlüdür. Romanlarda ise anlatım daha ağır ve sanatlıdır.
(alıntıdır)