9 Şubat 2015 Pazartesi

YAHYA KEMAL’İN ŞİİRLERİNDE MEKÂNA BAKIŞ

Yahya Kemal’in Şiirlerinde Geçen Diğer Mekânlar
İstanbul, Yahya Kemal’in şiirlerinde semt semt kendisini bulduğu gibi onun şiirlerinde İstanbul’dan başka şehirlere de rastlanır. Nurefşan KAPAL, “Yahya Kemâl'in Kayıp Şiirlerinde Coğrafyanın izleri” adlı yazısında Yahya Kemal’in şiirlerinde geçen semtlerden bahsetmekle birlikte diğer mekânlarında şiirlerinde nasıl yer ettiğine değinmiştir:

“Şair, neslinin bütün çocukları gibi büyük felaketlerin ortasında dünyaya gelmiş ve doğduğu, yaşadığı, toprakların elimizden çıkışını safha safha görmüştü. Dikkat edilirse Yahya Kemâl’in tarihimizde en çok özlediği devirler, hayat hamlesinin en güçlü olduğu devirlerdir. Özellikle çok önemli dönüm noktaları olan Malazgirt zaferi ve İstanbul fethi onun düşüncesinde ve şiirinde ayrı bir yer tutardı.

Ta Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bir nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu.

Bütün bu hissiyatının tesiriyle yazdığı Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Bitmemiş Şiirler adlı kitaplarında Balkan şehirleri (Üsküp, Kosova, Niğbolu, Mercidabık, Mohaç, Varna, Belgrat, Rakofça, Budin, Eğri, Uyvar, Kalkandelen, Vardar) 22 defa, Anadolu şehirleri 20 defa, İstanbul ise semtleriyle birlikte 87 defa geçmektedir.
“Koca Mustâpaşa” şiiri şâirin üzerinde çokça durduğu ve uzun yıllar titizlikle işlediği şiirlerinden biridir. Bu semte milliyetimiz öylesine sinmiştir ki, her köşesinde bu vatana ait değerlerle yüz yüze geliriz. Rûha huzur veren sükûneti, asaleti ve mütevekkilâne duruşuyla bu semt bir mücevher gibi parıldar ve büyük şâirin şiirinde hak ettiği yeri bulur.

Koca Mustâpaşa! Ücrâ fakir İstanbul!
Tâ fetihten beri mü’min, mütevekkil ve yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada
Koca Mustâpaşa var, camii var, semti var.

Müslüman Türklüğün en büyük ve tarihî mezarlığı olan Karacaahmet’i bağrında taşıyan Üsküdar, 1392’de Yıldırım Bayezid gazileri tarafından fethedilmiş ve o tarihten bugüne kadar fâsılasız Türk kalmış, her zerresiyle Türk rûhunu ifade eden bir hâlde olmuştur. Şiirlerinde zikredilen mekânlar içinde de Üsküdar ve burada bulunan Atik-Valde semti, on bir defa geçmektedir.

Üsküdar, bir ulu rü’yayı görenler şehri!
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri
Hepsi der: “hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz o mutlu günü!

Burada Üsküdar, fethi gören, görmesiyle de vatanın diğer şehirlerinin gıpta ile baktığı bir yer olarak tebcil edilir. “Az sürer gerçi fakir Üsküdar’ın saltanatı” derken Yahya Kemâl, Koca Mustâpaşa ile birlikte, Türkçenin yoğun olarak konuşulduğu Türk âdetlerinin en saf şekliyle yaşandığı bu iki fakir semti özellikle anlatır. Şair fakirliği bir talihsizlik olarak görmez, tam aksine bunu büyük bir talih olarak kabul eder. Zira Türk töresi ve İslâm ahlâkı bu fakir kesimler arasında yaşamaktadır. Yeni ve zengin semtler çoktan frenkleşip gitmişlerdir.

İstanbul’un diğer semtleri de Yahya Kemâl’in şiirinde yerini bulur. O, İçerenköyü’nden Boğaz’a kadar olan bütün İstanbul semtlerini, emsalsiz bir albümün yaprakları gibi tek tek karşımıza çıkarır:

Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Şiirlerinin geneline baktığımızda, doğduğu şehir Üsküp başta olmak üzere, Balkan coğrafyasına ait şehirlerin de ağırlıklı olarak isim isim geçtiğini görürüz. Balkanlar hakkındaki görüşlerini bildirirken “Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkanlardır.” der. Şair, buraların bizim olduğu günlerin özlemi içinde bu şehirleri bize ait kılan zaferleri anar.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan, Varna’dan, İstanbul’dan…
Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu ânı
Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıradalardan mı?
Adalar’dan mı? Tunus’tan mı? Cezayir’den mi?

Sonuç olarak, Yahya Kemâl’in şiirlerinde coğrafî mekânlar, özellikle Osmanlı’ya ait olan mekânlar, doğduğu Üsküp başta olmak üzere Osmanlı’nın elinden çıkmış ve daima hayranlık ve hasret duygusuyla yâdettiği Balkan şehirleri estetik bir mâhiyete bürünerek gözlerimizin önüne serilmiştir. Bu mekânların içinde, bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi olan İstanbul, semtleriyle birlikte ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Türk’ün tarihine sımsıkı bağlı ve hayran olan Yahya Kemâl, coğrafyaya dayalı bir tarih anlayışı geliştirerek 1071 Malazgirt Zaferi’nden başlattığı Türk tarihinindeki önemli mekânlarını “vatan” tabiri kullanıp genelleme yapmayarak, isim isim söyleyip ebedîleştirmiştir. Bütün bunlar da onun, bütün vatanın ve özellikle İstanbul’un sesi olduğunu çok açık bir biçimde göstermektedir.”



Yagmur Dergisi'nden faydalanılarak edebiyatodevleri.blogspot.com tarafından hazırlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder