İstanbul,
Yahya Kemal’in şiirlerinde semt semt kendisini bulduğu gibi onun şiirlerinde
İstanbul’dan başka şehirlere de rastlanır. Nurefşan
KAPAL,
“Yahya Kemâl'in Kayıp Şiirlerinde Coğrafyanın izleri”
adlı yazısında Yahya Kemal’in şiirlerinde geçen semtlerden bahsetmekle birlikte
diğer mekânlarında şiirlerinde nasıl yer ettiğine değinmiştir:
“Şair, neslinin bütün çocukları gibi
büyük felaketlerin ortasında dünyaya gelmiş ve doğduğu, yaşadığı, toprakların
elimizden çıkışını safha safha görmüştü. Dikkat edilirse Yahya Kemâl’in
tarihimizde en çok özlediği devirler, hayat hamlesinin en güçlü olduğu
devirlerdir. Özellikle çok önemli dönüm noktaları olan Malazgirt zaferi ve
İstanbul fethi onun düşüncesinde ve şiirinde ayrı bir yer tutardı.
Ta
Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bir
nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu.
Bütün bu hissiyatının tesiriyle yazdığı Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Bitmemiş Şiirler adlı kitaplarında Balkan şehirleri (Üsküp, Kosova, Niğbolu, Mercidabık, Mohaç, Varna, Belgrat, Rakofça, Budin, Eğri, Uyvar, Kalkandelen, Vardar) 22 defa, Anadolu şehirleri 20 defa, İstanbul ise semtleriyle birlikte 87 defa geçmektedir.
“Koca Mustâpaşa” şiiri şâirin üzerinde
çokça durduğu ve uzun yıllar titizlikle işlediği şiirlerinden biridir. Bu semte
milliyetimiz öylesine sinmiştir ki, her köşesinde bu vatana ait değerlerle yüz
yüze geliriz. Rûha huzur veren sükûneti, asaleti ve mütevekkilâne duruşuyla bu
semt bir mücevher gibi parıldar ve büyük şâirin şiirinde hak ettiği yeri bulur.
Koca Mustâpaşa! Ücrâ
fakir İstanbul!
Tâ fetihten beri
mü’min, mütevekkil ve yoksul,
Hüznü bir zevk
edinenler yaşıyorlar burada
Koca Mustâpaşa var,
camii var, semti var.
Müslüman Türklüğün en büyük ve tarihî
mezarlığı olan Karacaahmet’i bağrında taşıyan Üsküdar, 1392’de Yıldırım Bayezid
gazileri tarafından fethedilmiş ve o tarihten bugüne kadar fâsılasız Türk
kalmış, her zerresiyle Türk rûhunu ifade eden bir hâlde olmuştur. Şiirlerinde
zikredilen mekânlar içinde de Üsküdar ve burada bulunan Atik-Valde semti, on
bir defa geçmektedir.
Üsküdar,
bir ulu rü’yayı görenler şehri!
Seni
gıptayla hatırlar vatanın her şehri
Hepsi
der: “hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim
İstanbul’u fethettiğimiz o mutlu günü!
Burada Üsküdar, fethi gören, görmesiyle
de vatanın diğer şehirlerinin gıpta ile baktığı bir yer olarak tebcil edilir.
“Az sürer gerçi fakir Üsküdar’ın saltanatı” derken Yahya Kemâl, Koca Mustâpaşa
ile birlikte, Türkçenin yoğun olarak konuşulduğu Türk âdetlerinin en saf
şekliyle yaşandığı bu iki fakir semti özellikle anlatır. Şair fakirliği bir
talihsizlik olarak görmez, tam aksine bunu büyük bir talih olarak kabul eder.
Zira Türk töresi ve İslâm ahlâkı bu fakir kesimler arasında yaşamaktadır. Yeni
ve zengin semtler çoktan frenkleşip gitmişlerdir.
İstanbul’un diğer semtleri de Yahya
Kemâl’in şiirinde yerini bulur. O, İçerenköyü’nden Boğaz’a kadar olan bütün
İstanbul semtlerini, emsalsiz bir albümün yaprakları gibi tek tek karşımıza
çıkarır:
Günler
kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir
bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Şiirlerinin geneline baktığımızda,
doğduğu şehir Üsküp başta olmak üzere, Balkan coğrafyasına ait şehirlerin de
ağırlıklı olarak isim isim geçtiğini görürüz. Balkanlar hakkındaki görüşlerini
bildirirken “Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkanlardır.”
der. Şair, buraların bizim olduğu günlerin özlemi içinde bu şehirleri bize ait
kılan zaferleri anar.
Gökte
top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka
her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan,
Varna’dan, İstanbul’dan…
Anıyor
her biri bir vak’ayı heybetle bu ânı
Belgrad’dan
mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?
Son
hudutlarda yücelmiş sıradalardan mı?
Adalar’dan
mı? Tunus’tan mı? Cezayir’den mi?
Sonuç olarak, Yahya Kemâl’in şiirlerinde
coğrafî mekânlar, özellikle Osmanlı’ya ait olan mekânlar, doğduğu Üsküp başta
olmak üzere Osmanlı’nın elinden çıkmış ve daima hayranlık ve hasret duygusuyla
yâdettiği Balkan şehirleri estetik bir mâhiyete bürünerek gözlerimizin önüne
serilmiştir. Bu mekânların içinde, bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir
terkibi olan İstanbul, semtleriyle birlikte ağırlıklı bir yer tutmaktadır.
Türk’ün tarihine sımsıkı bağlı ve hayran olan Yahya Kemâl, coğrafyaya dayalı
bir tarih anlayışı geliştirerek 1071 Malazgirt Zaferi’nden başlattığı Türk
tarihinindeki önemli mekânlarını “vatan” tabiri kullanıp genelleme yapmayarak,
isim isim söyleyip ebedîleştirmiştir. Bütün bunlar da onun, bütün vatanın ve
özellikle İstanbul’un sesi olduğunu çok açık bir biçimde göstermektedir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder