MAKÂLÂT
Makalat kitabı, Şems-i Tebrizi’nin bazı meclislerindeki
sohbetleri sırasında, Mevlana ile konuşurken aralarında geçen bahislerin,
müritler ve inkarcılar tarafından sorulan sorulara verdiği cevapların
derlenmesiyle oluşmuştur. Eser aynı zamanda bize Mevlana’nın özel yaşantısını,
onun hayat hikayesini kapsayan bir çok gizli hataları da gün ışığına
çıkarmaktadır.
İçindekiler
Giriş
Şems-i Tebrizi Kimdir?
İlkçağları
Şems’in Ailesi
Konya’ya İlk Gelişi ve Mevlâna ile Buluşma
Şems île Mevlâna’mn İlk Buluşmalarının Çeşitli Yankıları .
“Cevahir-ül Esrar”ın Şems Hakkında Ne Diyor?
Şemseddin’in Tarikat Bağlantısı.
Şems’in Son Günleri.
MAKÂLÂT (KONUŞMALAR).
Birinci Bölüm
Mevlâna Şemseddin-i Tebrizi’nin
(Tanrı Bereketini Ebedi Kılsın) 642 Senesi
Cemaziyel – Ahir Ayının Yirmi Altıncı Pazar Günü Sabahı
Konya’ya Gelişi.
İkinci Bölüm
Hilaf (Tartışma) Bahsi
Duna Sûresinin Yedinci Âyetinin Manâsı
Ömer’in Mertebesi.
Haşr Cesetlerle mi? Yoksa Ruhlarla mı?
Kuran Okuyanlar.
Kadınlar Hamamına Giren Erkek.
Kaç Türlü Sarhoşluk Var?
Dağdaki Zahid.
Yazışmalar, Mektuplar
Said-i Müseyyeb’in Hikayesi.
6 Makalat
Üçüncü Bölüm
Nurlar Hep Birbirinin Dostudur
Tanrı Tanrı’dır
Allah’tan Başka Tanrı Yoktur.
Muhammed’in Olduğu Yerde Âdem Ne Söyleyebilir?
Nasuh Tövbesi
Kişi Adları.
Sözlük.
Makalât kitabı, Şemseddin-i Tebrizî'nin bazı meclislerdeki
sohbetleri sırasında, Mevlânâ ile konuşurken aralarında geçen bahislerden,
müritler ve inkarcılar tarafından sorulan sorulara verdiği cevaplardan
derlenmiş bir eserdir. Kitaptaki cümle ve pasajların kesik ve dağınık olması da
gösteriyor ki bu eseri Şems kendisi kaleme almamış, belki o anılar her gün
müritler tarafından kaydedilmiş ve son derece bir tertip bozukluğu ile de
derlenmiştir. Ama inkâr edilemez ki, bize Mevlânâ'mn özel yaşantısını, onun
hayat hikâyesini kapsayan bir çok gizli noktaları da gün ışığına çıkarmaktadır
BİRİNCİ BÖLÜM
(M. 2) Rahman ve Rahim olan Allah adıyla başlar ve ondan
yardım dilerim.
Bu kitap sevgili erenler sultanı Mevlânâ Şemseddin-i
Tebrizî'nin sözlerinden derlenmiştir. Allah bereketini üzerimizden eksik
etmesin.
Ten'den geçer" de can'a erişirsen bir hâdis'e yani
sonradan yaratılmış varlığa kavuşmuş olursun. Hak kadim'dir; başlangıcı olmayan
varlıktır. Hadis, kadimi nerede bulur? Onu nasıl anlayabilir? Toprak nerede,
her şeyi yaratan ulu Allah nerede?
Sende bulunan o kudret ki, sen onunla hareket eder onunla
kurtuluşa erersin candır ama, canı koltuğuna aldığın zaman ne yapmış olursun
Âşıkların sana can armağanı getirseler bile
Başın için hepsi de Kirman'a kimyon getirmiş olurlar.
Kirman'a kimyon getirmişsin ne değeri var? Ne yüz ağartır,
kaç para eder? Bu gün orası öyle yüce bir saraydır ki, niyaz'sızdır; hiç
kimseden bir şey beklemez. Ama sen ona niyaz götür ki, niyazsız olan o dergâh
niyazı sever; sen de o niyaz yüzünden şu hadiseler arasından fırlayıp yakayı
kurtarırsın. Kadimden sana bir şey erişir. İşte o aşk'tır". Aşk tuzağı
gelir ve seni sarar; nasıl ki Kuran'da, «Onlar Allah'ı severler, Allah da
onları sever,» (Mâide sûresi, 54) Âyetin tamamı şöyledir: «Ey iman edenler!
Sizden dininden dönenlerin yerine Allah öyle bir toplum getirecektir ki, onlar
Allahı sevecekler Allah da onları sevecek. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı güçlüdürler, Allah yolunda savaşırlar. Kovucuların
dedikodusundan çekinmezler. Bu Allahın bir vergisidir ki dilediğine verir.»
(Mâide, 54) nükteleri, işte bu sevginin etkisine işarettir. O kadimden kadimi
görürsün, «O, gözleri kavrar,» (En'am sûresi, 103) Âyetin tamamı şöyledir: «Onu
(Allah'ı) gözler kavrayamaz, belki o gözleri kavrar; o latiftir, her şeyi
bilici ve görücüdür.» (En'am, 103).O âyetindeki nükte de buna işarettir.
Bu gönül işidir, kafa işi değil.
Bu mesele tıpkı bir define planı bulan kimsenin hikâyesini
andırır. Planda şöyle yazılı idi: Falan kapıdan dışarı çıkacaksın, bir kubbe
vardır, arkanı o kubbeye, yüzünü kıbleye çevireceksin; bir ok atacaksın, okun
düştüğü yerde hazine saklıdır.
Vaiz öğüt verir, aranılan sevgilinin nişanını bildirir, onu
aramanın yolunu gösterir. Bu yolda yürüyenlerin niteliklerinden söz açar. Bunu
anlatma ve nişanını gösterme bakımından henüz olgunlaşmamış olan şeyh ile şair
de şiirler söyler; ama bunlar bilgin bir insanın karşısında kepaze olurlar.
Nasıl 'ki, biri balıktan bahsederken başka biri, «Sen sus,» dedi. «Balıktan
ne anlarsın? Bilmediğin bu konuda nasıl konuşabilirsin?» Adam, «Ben mi
balığı bilmem?» dedi. Öteki, «Evet bilmezsin sen; biliyorsan balığın nişanım
anlat!» dedi.
«Balığın şöyle iki bacağı vardır, deveye benzer.» Öteki,
alaylı bir kahkaha ile, «Ben senin yalnız balığı bilmediğini sanmıştım. Halbuki
şimdi sen öküz ile deveyi de biri birinden ayıramıyorsun,» dedi.
Şiir:
Lâle eğer şaşkınca gülmeseydi.
İçindeki karanlığı kim görürdü?
O her ne kadar kendi kanına bulanmıştır ama,
Bu da kara kalpli olmasının cezasıdır.
Evet bütün bu sözler oraya dayanır. «Halk ile konuşurken
onların anlayışlarına göre konuşunuz,» buyurulmadı mı? Demek ki onların bu
eksik anlayışları onlar için bin belâdır.
Şiir:
Akıl, kişilerin bağıdır, aşk bu bağları çözer
Akıl der ki, taşkınlık etme! Aşk da teklifsiz davran, der!
Çocukluk çağlarında bana garip bir hal gelmişti. Kimse bu
halimi anlıyamadı. Babam bile ne olduğunu bilmiyordu. Bana diyordu ki, «Sen
divane değils:n bilmem ki bu gidişin sebebi ne? Sende bu yola gitmek
için gerekli olan ne terbiye var, ne riyazat var ne de başka bir şey.» Babama
dedim ki: Şu sözü benden dinle! Sen ve ben öyle bir haldeyiz ki sanki bir kaz
yumurtasını tavuğun altına koymuşlar; bu yumurtadan kaz yavrusu çıkmış; biraz
(M.6) palazlaşınca bir su kenarına gelir, yavru hemen suya atlar. Ana tavuk
etrafında çırpınır; ama o kümes kuşudur; onun suya girmesine imkân yoktur. İşte
seninle ben de böyleyiz. Ey Babacığım! Ben kendimi yüzdürecek bir deniz
görüyorum, benim yurdum o denizdir; halim de, deniz kuşlarının hali gibidir.
Eğer sen benden isen gel! Yahut ben bu der'ya içinde senden değilsem git, kümes
kuşlarına karış. Bu sözlerim sana armağan olsun!
Mısra:
Dosta böyle yaparsan düşmana ne yaparsın?
Evet bir zümre şüphede kaldılar; bir zümre de yakın
mertebesinde. Bu bir topluluğun mertebesidir" diyorsun. Hallaç (Mansur),
şüphe içinde gitti, bir zümre de şüphe ve yakin arasında kaldı.
Şehitlerin ruhları yeşil kuşun, müminlerin ruhları ak
kuşun, çocuklarınki serçelerin; kâfirlerin ruhları da, kara kuşun kursağındadır.
Allah'ın has kullan için semâ helâldir çünkü onların
kalpleri temizdir. Allah rızası için sever, Allah gayreti ile kin beslerler;
gönülleri sağlamdır. Eğer benim sövüp saymam yüz yaşındaki kâfirin kulağına
değse, imana gelir. Müminin kulağına ilişse velilerden olur; Cennete gider.
Evvelce rüyamda sana demiştim ki: Benim göğsümle onun göğsü birleştiği zaman bu
onun makamı olur; o bundan Önce de bir çok rüyalar görmüştür, nihayet müslüman
gider, selâmet gider. Eğer Hazreti Muhammed'in ümmeti hakkındaki duası yani
«Ulu Allahm ümmetime doğru yolu göster ki, onlar bunu bilmezler,» anlamındaki
yalvarışı olmayaydı. Ebucehil nasıl olur da işkenbeyi o seçkin peygamberin
arkasına bırakırdı; nasıl olur da .onun elleri kuruma-dı, veya şişip çatlamadı?
Nihayet o Peygamber ki, on ların yolunda yürüyen tek bir atlıdır. Şu kadar var
ki, ona karşı edepsizlik eden kimseye çarçabuk bir belâ yetişir. Öyle bir insan
ki, onun karşısında bütün insanlar ve melekler merdivenlerini yere bırakır,
onun yüceliğini seyre dalarlar, sözlerine hayran olurlar, ip ve urganlarla
hünerler gösteren, halkı şaşırtmak isti-yen hokkabazlar, onun ipinin kuvvet ve
uzunluğu, onun kahramanlığı ve korkusuz savaşları karşısında şaşırırlar.
Mucizelerini gören seyircilerin yürekleri yerinden oynar. Hele onu siyah bir
aslana binmiş; aslanı tembel bir eşeği kamçılar gibi sürdüğünü görenler onu
nasıl unutabilirler!
Bu unutkanlık iki türlüdür. Biri dünya yönünden olur. Nasıl
ki dünyaya kapılanlar, ahireti anmayı unuturlar, tkinci unutkanlık sebebi de
ahiret işleridir; insana kendini bile unutturur. Dünya ona göre kedinin
elindeki fare gibidir. Allah kulunun yoldaşlığı ile ona öyle bir hal olmuştur
ki, otuz yıl seccadede oturan şeyh bile bu mertebeye erişemez.
Unutkanlığın üçüncü sebebi Allah sevgisidir. O, sevgiye
tutulan dünyayı da, ahireti de unutur. «Dünya ahiret erlerine, ahiret de dünya
erlerine haramdır. Dünya ile ahir'etin her ikisi de Allah erlerine haramdır,»
sözü de bu anlamdadır. Bana göre, sevgide sarhoşluk da vardır ayıklık da. Yani
seven bazan unutur ama Mevlânâ'ya göre sevgide mestlik varsa da, ayıklık
yoktur. Benim için Mestlik halinde unutkanlık olamaz.
İKİNCİ BÖLÜM
(M. 55) Pir Muhammed'e sordular: Kamil-i Tebrizî'nin
hırkası Önünde ne hale geliyorsun? Tıpkı doğan pençesine tutulmuş, bir serçeye
dönüyor, sonra da diyorsun ki, «Doğanı öldüreyim de kendimi kurtarayım, çünkü o
kendi hesabına yaşıyor.»
«Bu zembil sözünün şerhi nedir?» diye sordu. O da şu cevabı
verdi: «istiyorum ki, büyüklerin sözlerini derleyeyim; söylediğim hürmetli
sözler hep onların sözleri olsun.» Nasıl ki, bazı kimseler, gündüz dilenir,
gece köpeklere ziyafet çekerler. Bundan sonra da hal böyle olunca, bunu
dervişlerin önüne koyarlar; kendileri yemezler, îş bu kerteye gelince de
kendileri yerler. Bu, ancak işin dış yüzüdür. Bunun iç yüzü şudur:
Biri, bir şeyhe, bif mürşide gönülden bağlanır. Yahut bir
dost, bir gün gider, geçmişlerden veya yaşıyanlardan, gönül sahibi olduğunu
sandığı birisinden bir şey dilenir. Bundan sonra kendi nefsini de unutmaz.
Yüzünü gönül tarafına çevirir, orada bir köşeye çekilir; gece yarısı
kadınlardan, çoluk çocuktan ayrılarak evin bir köşesine sığınır, hıçkıra
hıçkıra ağlar. Vakti gelinceye kadar yani gönül semtinden bir ışık belirinceye
kadar bekler. Ansızın evvelce özlediği gönül safasını anarak, ağlayarak secdeye
kapanır. Allah onun dilediği zat ile olan münasebetini tekrar tatlılaştırır.
Buna kabiliyeti olmayan kimseden ise, herkes umudunu kesmiştir.
Benim insanları ıslah, yani onları yola getirme hususundaki
arzum ise, daima mümkün olmayan bir şeyi mümkün kılmaktır. Nasıl ki, âyette
buyurulduğu gibi, tıpkı Hazreti İsa gibi tedavi umudu kalmamış olan körleri,
abraşları sağaltmak isterim. Yüzümü dostluk yönüne çevireyim. Dostların yüzünü
de yoldaşlık tarafına yönelteyim. Sen de işte böyle yürü!
Şimdi velilerin, sevenlerin, sevgililerin hali böyle
olunca, «Son nedir?» sualine Cüneyd'in verdiği cevap şu olmuştur: «Son,
başlangıca dönmektir.» Bu sözün zahir manalarından biri şudur: Sâlik, mürid,
nasıl ki, başlangıçta açıkça ibadet, teşbih ve dua ediyor, bunları perde
arkasında yapmıyordu; bundan sonra da kendisine bir hayranlık geldiği için
artık o ibadetleri ihtiyarsız yapamaz.
Allah erlerinin iyi amelleri, ona yakın erenlerin yaramaz
işleri derecesindedir. Her kim bizim dostumuz ise, önce etmiş olduğundan daha
çok ibadet etmeli. Ancak dostlara, «Dün konuştuğumuz sözlerin, Bayezid'in
Cüneyd'in, hattâ o rüsvaylık üstadı Hal-lac'ın sözleri ile ne münasebeti var,»
demiyorum. Siz, ibadet hususundaki sözlerimi tutun! Çünkü yukarıda adı geçen
kimseler Hazreti Muhammed'in (S. A.) teninde bir tüy bile olamazlar.
YAZIŞMALAR, MEKTUPLAR
Mevlâna'ya malûm olsun ki, bu zayıf kul, hayır dualarıyle
meşguldür. Burada artık bütün insanlarla ilişkimi kestim. Her birinin hali,
sizce de bilinmektedir. Buradaki dostlar da saygılarını sunuyorlar. Bunlar
arasında aziz, diri gönüllü bir derviş var ki, Mevlâna eğer onun halini
bilselerdi, ona tazim ve hürmetten başka bir nazarla bakmazlardı. On yıldan
fazla bir zamandan beri duacınız burada, onun meclisinde aşinalık ve dostluk
gördüm. Şam'a gittiğimiz zaman orada da dostluğunu açıkça gösterdi.
Şimdi bu sene, Arakliye karışıklığında, Celâleddin'in oğlu
Kadı Şahabeddin de buraya gelmişti. Bir köşede kendi âleminde meşguldü. Şam'a
gittiği zaman, eski dostluk gereği olarak veda için uğramıştı. Birkaç gün
beraber kaldık. Başkaca bazı hadiseler oldu. Buluşmamız sırasında gördüğümüz
rahat ve huzur ve candan muhabbetin derin izlerine şahit olduk. Ben onunla öyle
anlaştım ve kaynaştım ki, eğer o bir tarafa giderse ben de giderim; çocukları
yerlerinde bırakırdım. Çünkü o yanımda olmadan yaşayamam. Yüz türlü kurnazlık
yalvarma ve hilelerle, hizmet yolu ite onu burada alıkoyduk. (M. 211) Bir münasip
kadınla birleştirmek ve evlendirmek vaadiyle, onun burada yerleşmesini sağladık.
Dün Perir geldi, değişik bir halde idi. Büyük bir
medresenin kapısından geçiyordum, gönlüme bir tiksinti geldi, "Tokat'ta
geçen bir hadiseden üzüldüm," dedi. Bir topluluğun, onun hakkında,
hakikatte yalancı ve hasetçi insandır, dediklerini işitmiş. O yüce dergâhtan
ümidimiz bundan fazla bir şey değildir. Bari gönül almak, fıkarayı okşamak gibi
elden geldiği kadar onun hatırını hoş etmeye emir buyursunlar ki, o kırgınlık
ve küskünlük tozları hatırından uçsun. Dervişler ve azizler arasında böyle bir
derviş çok az bulunur, çok zor ele geçer. Duacınız, taklitçi değildir. Bu
meclistekiler de bu arık kulun sözlerini işitmişlerdir. Ben bir çok aziz derviş
gördüm, onlarla sohbette bulundum. Yalançı ile gerçek erler arasındakj farkı
hem, sözleri yönünden , hernde davranışları yönünden anlarım. Çok beğendiğim
ve'seçkîn kimselere de rastlarım. Benim gönlüm her gördüğüne baş eğmez, Bu
gönül kuşu her daneve eğilmez. ŞimurgHuma kuşu, bütün kuşları..yüksekten
seyreder. Onların himmetsizliklerini, soysuzluklarını görür. Ama doğan kuşunda
ayrı bir himmet görür, onda bir cevher, bir gönül alçaklığı bulur, ona iltifat
gösterir, onu beğenir. Çünkü ötekiler bir saat uçar, sonra alçaklara konarlar.
Doğan 'da her ne kadar Simurgu görecek kuvvet .yoktur, ama Simurgun nazarının
etkisi .ile.. doğan, kendisinde bazı üstün vasıflar.görür.
Avcının biri aslan avlardı, köpeklerde havlardı. Avcının
köpeklere bağırtıp ürkütmemeleri ve ormana kaçırtmamaları için seslenmesi
gerekirdi. Siz de, şimdi aslana yakın geldiniz, uzaktan ne baş ağrısı
veriyorlar? Bir silleye bile lâyık değillerdir, namazdan da el çekiyorlar
Rabiai Adeviye dedi ki: Gönlümü dünyaya gönderdim ki
dünyayı görsün. Sonra tekrar mâna âlemine git dedim; bir de mana’yı gör. Bana
bir daha geri dönmedi.
Bilmiyorum ki, o sözü onlara nasıl ulaştırayım da sırlardan
söz açayım. Ama söz arasında sen çok duygulanıyordun, sana garip bir hal
geliyordu. (M.212) Büyüklerin sözlerine itiraz ettim, ama Mustafa Aleyhisselamın
sözüne asla itirazda bulunmadın. Bu bir dairedir ki kapısı, ağzıda budur.
İçinden dolaşırsan, daireyi dışından dolaşmış gibi olursun. Eğer kaçacak yerini
bulursan, geri dönersin.
Dairenin çevresini kendi kendine dolaşırsın, vazgeçersen
yolu daha çok uzatırsın. Eğer o kurtuluş noktasından geçersen, hep çöllere
düşersin. Yokluk ve ölüm yolunu tutarsın.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HU!
(M. 259) Peygamberimiz buyurdu ki: "Kardeşlerimle
buluşacağım günü çok özlüyorum."
Sahabe, yani Peygamberimizin yoldaşları, Ey Allah elçisi, o
kardeşler bizler miyiz? dediler.
— Hayır.
— Yoksa nebiler mi?
— Hayır, buyurdular. Benden sonra gelecek bir toplumdur
onlar.
Bunlar uykulu uykulu birtakım sorular sordular, sonra
tekrar uykuya vardılar. O sözler uyanıklığın yankısı idi. Nasıl olur da o kadar
yankı gelsin de ondan ayılmasınlar ve başka yankılar vermesinler. Bu,
yeteneklerinin eksikliğindendi. Bütün cihan halkı bir tarafa geçsin, ben öbür
tarafa geçeyim. Her ne zorlukları varsa benden sorsunlar, hepsine cevap vereyim
ve hiç kaçmayayım. Sözden, konuşmadan yüz çevirmem, daldan dala sıçramam.
Zeyneddini Tusî on, on beş gün için Şeyhi ziyarete
gelmişti; ondan halvette bazı şeyler sordu. Nihayet onu halvetten dışarı
çıkardılar yolcu ettiler. Bir gün birisi ile konuşuyorduk; Zeyneddin benim
müridim idi, divane oldu, dedi. Ben çok uğraşıyordum ki bu müritler gibi başımı
aşağı indireyim. Neticede hakikat böyledir. Ben onun gibi bir müridi nerede
bulayım ki Allah benim müridimdir. Çünkü onun kutsal adlarından biri de
mürid'dir. Murad ise benim. Çünkü her müridin bir muradı, dileği vardır.
Bana bu zahir bilgileri ve bu çabuk anlayış kudreti
gerektir ki, bunların yardımı ile, yazıktır şu benim bilgimi onlara söylemek
gerekmez,diyeyim.Ancak onların bilgileri onların olsun. Onları bu değersiz bilgileri
ile meşgul etmek gerektir. Tarîrı, hiç kimsenin bedeninin boşluğunda iki yürek
yaratmadı (herkesde bir kalp yarattı). Bizim her neyimiz varsa hep onundur. Bu
her iki söz de bir anlamdadır.
Hak yüce Allah asla "Enel Hak", yani ben Hakkım
demez. Allah, her zaman beni kutlayın, beni kutlayın! da demez. Çünkü bunlar
hayret ve taaccub ifade eden sözlerdir. Hak nasıl olur da hayret ve taaccub
beyan eder? Eğer kuluna ait bir ilgi dolayısıyle taaccüp ifade eden süphan
kelimesini kullanırsa doğru olabilir.
(M. 260) Rubi Meskûn yeni yerin dörtte bir parçası halkın
üzerinde yerleştiği parçadır. Geri kalan dörtte üçü güneşin sıcağında yanar,
orada halk yurt tutamaz. Bu dörtte bir parçada yerleşmiş olanlar, bana ne kadar
zor meseleler sorarlarsa sorsunlar, karşılığını peşin alırlar. Onlar için pek
zor görünen sorulara karşı cevap içinde cevap, kayıd içinde kayd, şerh içinde
şerh yazmışlardır. Benim sözümde ise bunların herbirine on türlü cevap vardır.
O, güzelliği ve o tatlı edası ile hiç bir kitapta yazılı değildir. Nasılki
Mevlâna, bana, "Seninle tanıştıktan sonra bu kitaplar nazarımda pek tatsız
kaldı," buyurdular.
Bu arşın gölgesi altında yedi zümre vardır. Gerçi kıyamet
gününde bütün yaratıklar şaşkına dönerler, korku içinde kalırlar, gördükleri
bir çok korkunç manzaradan ürkmüş bir halde kızgın gün ışığında yanarlar. Bir
başka topluluk da kan ter içinde bunalmıştır. Yukarıda sözü geçen yedi zümre
her şeyden selâmette kalırlar. Bu yedi zümreden birisi yalancılardır. Ama şöyle
bir yalan olmalı: Biri sana gelir, biraz önce filânla birlikte idim, şimdi onun
yanından geliyorum, çok üzüntülü idi, senden yana utanarak diyordu ki, Allah
Allah nasıl oldu da ben falan zat hakkında terbiyesizlik ettim? Aklım başımdan
gitmiş, hiç kendime sahip değildim. Yaptıklarımın farkında değilim, pişman
oldum. O kimse ki hem bu adama gelir, hem öteki hasma gider, aralarını bulmak
ister. Hayırseverliğin iki mislini yapar, ateşi söndürünceye kadar çabalar
ki.kimseyi yakmasın, işte o fitne ateşini söndürmek kutlu bir iştir, ister
yalanla, ister doğru sözle olsun! Ateşi söndür de, ister idrar ile, ister
hendek suyu ile söndür, ister tertemiz su ile. Bu millet ise aksini yapıyor.
Kavga koparmak için yalan söylüyor. Şu bizim insanlarımız nerede görülmüştür?
Eğer arada Mevlâna olmasaydı bizim ile onlar arasında (paylaşılamayacak) ne
vardı?
İşte bu sebeple bir tek dost gözü görüyorum, ama yüz düşman
gözünü de görmek zorunda kalıyorum ve şüphesiz ki görüyorum.
(alıntıdır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder