TÜRKÇEDE SÂDİ-İ ŞİRAZÎ
Sâdî'nin
Türk şair ve yazarları üzerinde büyük etkisi olmuştur. XIV. yüzyıldan itibaren
Türk edebiyatında yetişen şair ve yazarlar onun eserlerinden¸ özellikle de
Bostan ve Gülistan'dan etkilenmiş¸ bu etkiyi eserlerine yansıtmışlardır. Bu
şair ve yazarlardan ilk akla geleni 14. yüzyıl mesnevi şairi Hoca Mes‘ûd'dur. Ahmet Paşa¸ Müniri¸ İznikli Bekayi¸ Yahya Bey¸ Ömer Fuadi¸ Sünbülzâde
Vehbi¸ Tanzimat Şairlerinden Ziya
Paşa ve son dönemde Mehmet Akif¸
Sâdî'yi üstad kabul eden yazar ve şairlerden bazılarıdır. Sözün burasında bu
büyük bilgenin Bostan ve Gülistan'ını Türkçe'ye çevirerek çok önemli bir kültür
hizmeti yapmış olan Kilisli Rıfat Bilge'yi de burada özellikle anmak gerekir.
Mehmet Âkif’te Sâdî Tesiri
Akif 1898’de
yazdığı ilk şiirlerinden birinde Sâdî’nin, şiiri hikmetle karıştırarak
hakikatin sözcüsü haline getirdiğini, “Gülistan”ın aradan yüzyıllar geçmiş
olmasına rağmen bugün hala solmayan bir gül bahçesi olduğunu ifade eder:
Şu
üst’ad-ı irfân-penâhın bugün
Hakikatte
şâkirdiyiz biz bütün
Mürebbî-i
efkâr-ı ümmet odur
Eden
halka tedris-i hikmet odur
Odur
şiiri hikmetle hakkı sözyleyen
“Gülistan”ı
hala hazan bilmiyor
Safâ-yı
rebîîsi eksilmiyor (3)
Mehmet Akif
Ersoy¸ Sâdî'den bahsederken "Azim" şiirinin başında "Hem lisan
hem de bulduğu konular itibariyle Fars şairlerinin en büyüğü" olarak
gördüğü Sâdî'yi¸ "Bizim Şark'ımızın rûh-i kemâli" olarak görür :
AZİM
Sa'dî, o bizim Şark'ımızın rûh-ı kemâli,
Bir ders-i hakîkat veriyor, işte meâli:
"Vaktiyle beş on kâfile sahrâya düzüldük;
Gündüz yürüdük hep, gece bir menzile geldik.
Çok geçmedi, baktım, bir adam hâsir ü hâib
Koşmakta... Meğer eylemiş evlâdını gâib.
Bîçâre gidip haymelerin hepsine sormuş;
Bir taş bile görmüşse, hemen oğluna yormuş.
Avâre peder, nerde bulursun onu! derken...
Gördüm ki ciğer-pâresinin tutmuş elinden,
Lebrîz-i meserret geliyor bizlere doğru,
Taşmış da gözünden akıyor şimdi sürûru!
Yaklaştı şütürbâna nihayet, dedi yekten:
"Evlâdımı buldum... Nasıl amma? Onu bilsen...
Karşımda ne görsem, “O!” dedim geçmedim aslâ.
Aldatsa da tahmînimi binlerce heyûlâ,
Azmimde fütûr eylemedim, ye'si bıraktım...
Mâdâm ki dünyâdadır elbet bulacaktım...
Kumlarda yüzüp, zulmetin a'mâkına daldım;
Hep rûh kesildim... Ne boğuldum, ne bunaldım.
Tevfık-i İlâhî edip en sonra inâyet,
Gördüm gözümün nûrunu karşımda nihâyet. "
İm'ân ile baksak oluyor işte nümâyan,
Sa'dî bize göstermede bir meslek-i irfan:
Bir gâye-i maksûda şitâb eyleyen âdem,
Tutmuşsa bidâyette eğer azmini muhkem,
Er geç bulacak sa'y ile dil-hâhını elbet.
Zîrâ bu şuûunzâr-ı tecellîde, hakîkat,
Tevfik, taharrîye, taharrî ona âşık;
Azmin de emel lâzımıdır, gayr-ı müfârık.
Olsun da emel azm ü taharrîye mukârin;
Tevfik zuhûr eylemesin sonra... Ne mümkin!
Ba'zen iki üç haybet olur rehzen-i ümmîd...
İnsan o zaman etmelidir azmini-teşdîd.
Ye'sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen
Hüsrâna düşersin; Çıkamazsın ebediyyen!
Mahkûm olarak ye'se şu bîçâre peder de,
Evlâdını şâyed o karanlık gecelerde,
Vaz geçmiş olaydı aramaktan, ne bulurdu?
Elbet biri candan, biri cânandan olurdu. (1)
Akif'in Sâdî'ye hayranlığı bununla da kalmaz. Ondan
manzum tercümeler yapar ve bazı makalelerinin altına Sâdî imzasını atacak
şekilde ona meftunluk gösterir. Zira Sâdî¸ ona "İnsanlığa hizmet etme yolunu gösteren adamdır."
Akif'in bu ifadeleri¸ aslında Sâdî'nin Osmanlı kültür
ortamında nasıl bir algıyla ele alındığını gösterir. Gerçekten de Sâdî¸ sadece
Mehmet Akif'i değil hemen bütün Osmanlı ediplerini etkileyen¸ onların
kendisinden hayranlıkla bahsettiği¸ eserlerini okuduğu bir isme dönüşmüştür.
Mesela Ziya Paşa da Harabat mukaddimesinde ondan
bahsederken
Bir
kimse okursa Bûstan'ı
Anlar
o zaman nedir cihanı
diyerek bu
durumu ortaya koyar. Bütün bunlar şu anlama gelmektedir. Sâdî¸ sanat anlayışı
ve anlatım tarzıyla hem kendi kültür coğrafyasında hem de Osmanlı ülkesinde
bilinip tanınan bir bilgedir. Bilgedir dedik¸ zira onun sevilip benimsenmesinin
asıl sebebi ondaki bu irfanî yöndür. (2)
1 .M.Âkif: Safahat, s. 65-67
2. www.somuncubaba.net-2012-02-0136-15sadi_sirazi.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder