MANTIKU'T TAYR
Ey Rabbim, beni
yaratanım! Dünyaya geldim geleli senin sofrandan, senin ekmeğinden yiyip
duruyorumBir kimse, birinin ekmeğinden yedi mi, ona hakkı geçer; ekmek sahibi
de onun hakkına riayet eder Ben, cömertlik denizinin sahibi olan senin ekmeğini
çok yedim, hakkımı gözet
Ey Alemlerin Rabbi!
Acizim kanlara boğuldum, karada gemi yüzdürdüm Feryadımı duy elimden tut Daha
ne kadar sinikler gibi ellerimi başıma götürüp bekleyeyim? Bilemedim, yanıldım,
sen bağışla Şu kan ağlayan yüreğime bak, bütün bu musibetlerden sen kurtar beni
Ey derdime derman olan Allah'ım! Kafire küfür gerek, dindara din Attar'ın gönlüne ise derdinden bir zerre Şu kulağı halkalı kuluna bir zerre dert ver Eğer senin derdin olmazsa canım ölür gider
Varlıktan bir sermayem yok, gölge içinde kaybolmuş bir zerreyim Karanlıklar içinde kayboldum, bir nur yolla, kimsem yok benim, yardımcım sen ol.
Ey derdime derman olan Allah'ım! Kafire küfür gerek, dindara din Attar'ın gönlüne ise derdinden bir zerre Şu kulağı halkalı kuluna bir zerre dert ver Eğer senin derdin olmazsa canım ölür gider
Varlıktan bir sermayem yok, gölge içinde kaybolmuş bir zerreyim Karanlıklar içinde kayboldum, bir nur yolla, kimsem yok benim, yardımcım sen ol.
Feridüddin Attar
'ın eserleri arasında en meşhuru "Mantık-ul Tayr" dır.Mantık-ul
Tayr'da kuşlar ile ilgili bir hikâye kullanılarak, çeşitli semboller
aracılığıyla tasavvufun temellerini, önemli prensiplerini ve tasavvufî yaşam
ile inancı anlatılmaktadır.4724 beyitten oluşan bir mesnevidir. Kitap yedi
bölümden oluşmaktadır bölümler sırasıyla: ”istek vadisi, aşk vadisi, marifet
vadisi, istiğna vadisi, vahdet vadisi, hayret vadisi, yokluk(fena) vadisi”
şeklindedir. Burada her vadi aslında tasavvuf yolunda ilerleyen birinin
aşamalarını göstermektedir. Nefs-i emmara makamından nefs-i mütmain, nefs-i
levama gibi makamlara işaret edildiğini anlayabiliriz. Çünkü fena makamına
ulaşmak için çeşitli badirelerden ve safhalardan geçmek lazımdı.
İlk vadide (istek
vadisi) nefsin kötü istekleriyle insanı kötüye yönelten, kötülüğü emreden bir
halde olan nefis, tasavvufta nefs-i emare sıfatıyla adlandırılmaktadır.
Yokluk(fena) vadisi ise bizim dünyalık isimle adlandıracağım son vadi, son
makamdır. Bu makama nefs-i mutmain makamı de denilir. Bu makamda Allah’ın ” ey
iyiliği emreden nefis ben senden razı sen benden razı gir cennetime” diye
hitapla sardığı kullarının ulaştıkları makam/vadi/mertebedir. Çünkü bu makama
ulaşan kişi kendisi değildir artık. Yunus’un tabiriyle ” beni bende deme, ben,
bende değilem” sözü tam da bunu anlatmaktadır.
Hüthüt kuşunun
diliyle anlatılan eser sîmurg’u bulmak için yola çıkan binlerce kuşun bu
çeşitli vadilerde takıldığını anlatır. Yokluk vadisine ulaşanların ise sadece 30
kuştan ibaret kaldığını ve amacına ulaşan, maksadına nail olan, o 30 kuş anlar
ki simurg aslında kendileridir. Çünkü artık ne yol kalmıştır ne de kaf dağı, ne
de yolcu kalmıştır. ”yolculuk sırası içinde geçen zaman içinde fenâda kaybolup
yeniden bekaya dönüp;yokluktan,varlığa ulaşmışlardı.
Burada kuşlar
sembol olarak ele alınmıştır. Hakikate ulaşmak için yola koyulan kuşlardır,
simurg ise hakikat olarak karşımıza çıkar. Gidilen yol ve erilen murat
aşikardır.
Kitaptan anlayabileceğimiz başka bir şey ise Sîmurg’un Farsça bir tabir olduğudur. Sî farsça da otuz, murg ise kuş demektir.
Kitaptan anlayabileceğimiz başka bir şey ise Sîmurg’un Farsça bir tabir olduğudur. Sî farsça da otuz, murg ise kuş demektir.
HİKAYENİN KONUSU
Kuşlar bir araya toplanıp "Bu zamanda
hiç bir ülke padişahsız değil bundan böyle bizim de padişahsız kalmamamız
lâzım. Padişahsız ülkede nizam, intizam olmaz. Kendimize bir padişah
seçelim" diyorlar. Bu sırada Hüthüt geliyor ve kendisinin Süleyman
Peygamber'in mahremi ve onun postacısı olduğunu söyleyip "Sizin zaten bir
padişahınız var ama haberiniz yok. O bize bizden yakın da biz ondan uzağız. Daima
padişah odur. Adı Sîmurg'dur, binlerce nur ve zulmet perdeleri ardındadır.
Gelin de onu arayıp bulalım" diyor..
Kuşların her biri
bir çeşit özür getiriyorsa da Hüthüt, hepsine de birer birer kandırıcı,
inandırıcı doğru cevaplar veriyor. Bunun üzerine hepsi birden Hüthüdü kendilerine
kılavuz yapıp yola düşüyorlar. Yolda hepsi yorgun, bitkin bir hale geliyor.
Gene birer birer itiraza kalkışıyorlar. Hüthüt bıkmadan, yorulmadan her
itiraza cevap veriyor ve önlerinde ''istek, aşk, marifet, istiğna, tevhit,
hayret ve fakr u fena" adları verilen yedi vadi daha bulunduğunu, bunları
aştılar mı artık Sîmurg'a ulaşacaklarını
söylüyor. Gene gayrete gelip yola düşüyorlar. Fakat kuşların kimisi yoldaki hicaplarda
kalıyor, kimisi yem isteğiyle bir yere dalıyor, kimisi aç susuz can
veriyor.Nihayet yüzlerce kuştan ancak otuz kuş, bu vadileri aşabiliyor. Bunlar,
Sîmurg'u soruyorlar, tam bu sırada bir postacı gelip Sîmurg'u istediklerini
anlayınca önlerine birer kâğıt parçası koyup okumalarını söylüyor. Okuyunca
bütün yaptıklarının bu kâğıtlarda yazılı olduğunu görüp şaşıyorlar. Bu sırada
Sîmurg da tecelli ediyor. Fakat tecelli edenin kendileri olduğunu ve
kendilerinin Sîmurg'dan, yani mana bakımından otuz kuştan ibaret bulunduklarını
görüp büsbütün hayretlere dalıyorlar. Sîmurg'dan ses geliyor: "Siz buraya
otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla, yahut daha eksik
gelseydiniz o kadar görünürdünüz.. Burası bir aynadır!" Hâsılı bu makamda
hepsi Sîmurg'da fanî oluyorlar, artık ne yol kalıyor, ne yolcu, ne de kılavuz.
Attâr,
"Mantık-ul Tayr" ile temsilî bir surette "Vahdet-i Vücut-Varlık
Birliği" inanışını anlatmaktadır. Kuşlar, sâlikler, hakikat yolunun
yolcularıdır. Hüthüt de kılavuzları, yani mürşittir. Sîmurg, Tanrı'nın zuhur ve
taayyünüdür ki bu zuhur ve taayyün, kendilerinden ibarettir ve gerçek birliğe
ulaşan, halkın, Hakk'ın zuhuru, Hakkın da halkın bütünü olduğunu anlar.
Attâr,
"Mantık-ul Tayr" da Hüthüt ağzından kuşların itirazlarına cevaplar
verirken münasebet düşürerek hikâyeler söylemektedir. Bu hikâyelerin bir kısmı
geçmiş erenlere ait menkıbelerdir ki bunların hemen hepsini "Tezkiret-ül
Evliya" sında buluyoruz.
Bir kısmıysa zamanında yaşayan, yahut
çağdaşı olanlardan duyulan hikâyelerdir. Bunların arasında meczuplara ait olan
ve Tanrı ile âdeta kavga eden serbest hikâyeler de var. Üç tanesi, hâlâ
Bektaşilere ait birer fıkra, iki tanesi de alelade halk hikâyesi olarak
söylenmektedir. Hikâyeleri, birkaç tanesi müstesna, umumiyetle kısadır. Hattâ
bazan üç beş beyitte hikâye biter, ondan sonraki beyitler, Attâr'ın bu hikâye
münasebetiyle yürüttüğü fikirlerdir.
KİTAPTA
NEY HAKKINDAKİ RİVAYET
. Birçok güzel eserin yazarı olan ve Attar
lakabıyla anılan Feridüddin, Mantıkü'l-tayr adlı eserinde neyin kökenini, Hz.
Muhammed'in zamanına kadar götürür. Feridüddin'e göre bir gün müslümanların
peygamberi olan Hz. Muhammed, damadı Hz. Ali'ye bir sır açıklamış. Bir kuyunun
başındaki Hz. Ali, başını kuyunun içine eğerek Hz. Muhammed'in esrarlı
sözlerini tekrarlamış.
Daha sonra, Allah,
o kuyuda son derece uzun bir kamış yaratmış. Oradan geçmekte olan bir çoban da
bu kamışın ucunu keserek kendine bir kaval (ney) yapmış. Bu çobanla günün
birinde karşılaşan Hz. Muhammed, Hz. Ali'ye açıklamış olduğu sırların çobanın
kamışından çıktığını duymuş. Hz. Ali, yaratılan mûcizeyi görünce de Peygamber'e
olan sevgi ve bağlılığına şükretmiş. O zamandan beri müslümanlar kamışlara
büyük îtibar gösterirler. Belki de neylerin, hâlâ Hz. Muhammed'in kutsal
sözlerini tekrarladığı sanıyorlardır. Bunun içindir ki ney, öncelikle dinsel,
mistik ve ahlâkî bir nitelik taşır.
Eserde Gazali’nin
XII. yüzyılda yazdığı Risalet-üt Tayr adlı eserden yararlanılmıştır. Türk
edebiyatında önemli yeri ve etkisi olan mesneviyi Gülşehrî manzum olarak 717'de
(1317) Türkçe'ye çevirmiştir. Mantıku't-tayr veya Gülşennâme adını taşıyan
eserin hatime bölümünde Gülşehrî, Mantıku't-tayfı esas almakla birlikte başka
bir eser meydana getirdiğini ve eserinin telif sayıldığını söylemektedir.
Türk edebiyatında
Attâr'ın Mantıkul Tayr’ı örnek alınarak yazılan eserler de vardır:Ali Şîr
Nevâî'nin ,Lisânü't-tayr'ı; Derviş Şemseddin'in ,Deh Mürg'u bunlar arasındadır.
Mantık-ul Tayr'ı Avrupa'ya ilk tanıtan kişi Hammer'dir.
(alıntıdır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder