9 Şubat 2015 Pazartesi

HAFIZ-I ŞİRAZİ

HAFIZ-I ŞİRAZİ



Şirazlı Hafız, İran'ın unutulmaz "Gazel" şairi, "Farsça" nın gelmiş geçmiş en iyi isimlerinden birisi; "Doğu" şiir geleneğinin büyük ustasıdır.
Asıl adı Şemseddin Muhammed, lakabı Hace’dir. 1317'de İran'ın ünlü tarih ve kültür kenti Şiraz’ da doğdu. 1390 yılında, doğduğu; adını ondan aldığı ve adını ona vererek ölümsüzleştirdiği Şiraz'da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Türbesi Şiraz'ın "Hafıziye" semtinde, ölümsüz "Rind" kişiliğinin yaşayan bir abidesi olarak bir "Mektep" , bir "Ocak" gibi çevresini hâlâ aydınlatmaktadır.

Hafız'ın herhangi bir tarikata intisab ettiği hakkında bir bilgi bulunmamakta ise de, şiir ve deyişlerinde "Tasavvuf" renk ve zenginlikleri mevcuttur. Nitekim Şemseddin Abdullah-ı Şirazi, İmad-ı Fakih-i Kirmani, Seyyid Şerif el-Cürcani gibi ünlü tasavvuf üstadlarından yararlandığı, tezkere kayıtlarında geçmektedir.
Aynı kayıtlardan, Hafız-ı Şirazi'nin, Nimetüllah-ı Veli, Hace Ebü'l-Vefa el-Bağdadi, Kemal-i Hucendi gibi şeyhlerle görüşmeler yaptığı da anlaşılmaktadır. Bu ilimler yanında, döneminin edebiyat kültürünü ihata etmiş; Arap ve Fars edebiyatında derinleşmiştir.
Hafız'ın bazı bilgin ve tasavvuf erbabı gibi döneminin kalender-meşrep gelenek ve moda akımının etkisiyle şiirler yazdığı bir vakıa ise de, bu "Rind" kişilik O'nun "Bilge" şahsiyetini hiçbir zaman ortadan kaldırmamıştır. Nitekim şiir-edebiyat ve kültür şehri Şiraz'ın sosyal yapısını bozacak kadar ileri giden bu kültürel yozlaşmadan rahatsız olduğu; bu gerekçe ile Şiraz'ı terk ettiği; doğduğu şehre ancak bu sefahat dönemine kanlı bir şekilde son verildikten sonra geri döndüğü bilinmektedir.

Hafız, Şiraz'ın bu inişli-çıkışlı sosyal-siyasi kargaşasından etkilenmiş; maddi açıdan sıkıntıya düştüğü zamanlar olmuştur. Fakat maddi müzayaka içerisinde iken bile sahip olduğu dil ve ruh zenginliği ile bu sıkıntıları aşmasını bilmiştir.
Şirazlı bilginlerden Sucai’nin "Enisü’l Nas (Gönül Yoldaşı)" adlı eserinde belirttiğine göre Hafız, İran’ı fetheden Timur ile görüşmüştür. Gazan Han döneminde Fars valisi olan Şah Ebu İshak’la yakınlık kurmuş ve ondan yardım almıştır. "
O'nun Şiraz'ı kanlı bir şekilde işgal eden Timur ile tatsız bir şekilde karşılaşması ve herkesin başı alınırken O'nun bu karşılaşmadan sonra Timur nezdinde ikram ve ikbale ulaşması buna örnektir.

SAN'ATI

            XIV. asırda yetişen Hafız-ı Şirazi fikirlerindeki kuvvet, görüşlerindeki hususiyet ve edasındaki rintlik bakımından bütün şarkın en lirik şairlerinden biri sayılmış ve şöhreti gün geçtikçe doğuya ve batıya yayılmıştır. Halkın her kesiminden takdir ve kabul gören Hafız’ın gazelleri az bir zamanda "Horasan, Türkistan, Hindistan, Irak ve Azerbaycan" ülkelerine yayılmıştır.
            Hafız, bir rinttir. Aşk şairidir. O’nun şiirleri baştan sona buram buram aşk kokar;
Sabah yeli, misk kokusunu almak ümidiyle sevgilinin alnına dökülen saçları açınca o güzel kokulu saçların kıvrımlarından yürekler ne kanlara boyandı
Cânânın cemâli olmaksızın cânın dünyaya meyli olmaz,
Her kim de ‘ bu ‘ bulunmazsa gerçekten de ‘ o ‘ da bulunmaz.
Gönlümüzde aşktan dolayı hiçbir zaman sönmeyen bir ateş bulunduğundan,
Bana Mecusilerin tapınağında saygı duyarlar, değer verirler.
Güneş gibi olan yüzün gizlendi, günümün aydınlığı bitti: Ömrümden kalan ancak kapkaranlık bir gece.
            Hafız’ın gazellerinde Ömer Hayyam’ı aratmayacak derecede şarap da vardır. Öyle ki daha divanının ilk gazeli bile şarapla başlar;
Pirimugan sana seccadeyi şaraba boya derse çekinme, dediğini yap. Çünkü yol ehli, konakların yolundan, yordamından bihaber değildir.
Ey şaraptan aldığımız lezzetten haberi olmayan! Biz kadehte sevgilinin yüzünün aksini görmüşüz.
Şirazlı Hafız, "Doğu kültürü" nün en lirik şairlerinden biridir. O'ndan önce "Gazel"  hemen daima "Aşk, şarap" gibi dar bir çerçevede işlenirken, Hafız gazele "Tasavvuf" ve "Hikmet" gibi bilgelikler; yeni renk ve boyutlar katmıştır.
Ey Hâfız! Eğer başında (Allah’a ) kavuşma isteği, arzusu varsa
Marifet ehlinin (Allah dostlarının) dergâhının toprağı olmalısın.
Meclisteki ay yüzlülerin güzelliği gerçi adamda ne gönül bırakırdı, ne din. Fakat biz, tabiat güzelliğinden, ahlâk temizliğinden ayrılmadık.
Hafız, gazel başta olmak üzere mesnevi, kıt'a, rubai, kaside, müfred, muamma, muhammes ve terkip tarzında şiirler yazmış; bütün bu tarzların en kalıcı örneklerini vermiştir. Hafız’dan önceki İran şiirinde; destan, kaside, rubai ve mesnevi gibi türler yaygındır. Hafız’la beraber gazel türü yaygınlık kazanmaya başlamış, Hafız-ı Şirazi gazel şairi olmuştur.
Herkes ve her kesim kendini O'nda bulmuş; O'nun deyişleri hem "Tasavvuf" a mesafeli "Zahir ehli" nin ve ulemasının; hem "Tasavvuf ehli" nin gönül dili olmuştur. Bir yandan rindane tavırlarıyla yedi iklimi çevresinde toplayan bir bütünleştirici kişilik olurken, diğer yandan, "Şeriat" a güçlü bağlarla bağlı irtibatlı bir mektep ve ocaktır. Bu sebeple hem "Sufi Meclisleri" nin vazgeçilmezi, hem de Padişah sofralarının ve "Sohbet Meclisleri"nin sürekli konuğudur.
Hangi mecliste Hafız’ın adı anılırsa âşıklar, Allah ona hayırlar versin diye dua ile anıyorlar.
Hafız-ı Şirazi'yi döneminin şair ve yazarlarından ayıran en önemli özelliklerden birisi de, san'atını alacağı maddi ikramlar ve elde edeceği ikballer için kullanmamasıdır. Bazı vezir, han ve hakanlara övgü tarzında yazdığı gazeller ve birkaç kaside varsa da, bunların maddi bir beklenti ile ilgisi yoktur ve döneminin devlet ricaline bir gönül adamının samimi iltifatlarıdır.
Hafız'ı Batılı şair ve düşünce adamlarından ayıran özellik, O'nun "Doğu kültürü" nün metafizik bakış derinliğine sahip olmasıdır. Nitekim Abdülbaki GÖLPINARLI, Prof. Brown'a atfen Hafız'ı "Dante" ile mukayese eder ve aynen şöyle der:
"Dante kendi felsefesine bağlıdır ve kâinatı kendi döneminin görgü seviyesinde değerlendirir. Hafız'ın kainat görüşü ise daha derin ve geniştir. O'nun görüşü, kendisinden sonraki asırların fikir vadilerine kadar nüfuz eder. "
"Hafız Divanı" nın kendinden sonra gelen şairler tarafından taklit edilmesinin; çok çeşitli şerhlere tabi tutulmasının; sadece İran'da değil, bir edebiyat dili olarak Farsça'nın geçerli olduğu bölgeler başta olmak üzere bütün edebiyat dünyasında elden düşürülmemesinin sebepleri arasında, O'nun, insani değerlerin ortak sözcüsü olarak kabul görmesi gerçeği bulunmaktadır.


 (alıntıdır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder