HAFIZ-I
ŞİRAZİ
Şirazlı
Hafız, İran'ın unutulmaz "Gazel" şairi, "Farsça"
nın gelmiş geçmiş en iyi isimlerinden birisi; "Doğu"
şiir geleneğinin büyük ustasıdır.
Asıl adı Şemseddin Muhammed, lakabı Hace’dir.
1317'de İran'ın ünlü tarih ve kültür kenti Şiraz’ da
doğdu. 1390 yılında, doğduğu; adını ondan aldığı ve adını ona vererek
ölümsüzleştirdiği Şiraz'da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Türbesi Şiraz'ın
"Hafıziye" semtinde, ölümsüz "Rind" kişiliğinin
yaşayan bir abidesi olarak bir "Mektep" , bir "Ocak"
gibi çevresini hâlâ aydınlatmaktadır.
Hafız'ın
herhangi bir tarikata intisab ettiği hakkında bir bilgi bulunmamakta ise de,
şiir ve deyişlerinde "Tasavvuf" renk ve
zenginlikleri mevcuttur. Nitekim Şemseddin Abdullah-ı Şirazi, İmad-ı Fakih-i
Kirmani, Seyyid Şerif el-Cürcani gibi ünlü tasavvuf üstadlarından yararlandığı,
tezkere kayıtlarında geçmektedir.
Aynı
kayıtlardan, Hafız-ı Şirazi'nin, Nimetüllah-ı
Veli, Hace Ebü'l-Vefa el-Bağdadi, Kemal-i Hucendi gibi şeyhlerle görüşmeler
yaptığı da anlaşılmaktadır. Bu ilimler yanında, döneminin edebiyat kültürünü
ihata etmiş; Arap ve Fars edebiyatında derinleşmiştir.
Hafız'ın
bazı bilgin ve tasavvuf erbabı gibi döneminin kalender-meşrep gelenek ve moda
akımının etkisiyle şiirler yazdığı bir vakıa ise de, bu "Rind"
kişilik O'nun "Bilge" şahsiyetini hiçbir
zaman ortadan kaldırmamıştır. Nitekim şiir-edebiyat ve kültür şehri Şiraz'ın
sosyal yapısını bozacak kadar ileri giden bu kültürel yozlaşmadan rahatsız
olduğu; bu gerekçe ile Şiraz'ı terk ettiği; doğduğu şehre ancak bu sefahat
dönemine kanlı bir şekilde son verildikten sonra geri döndüğü bilinmektedir.
Hafız,
Şiraz'ın bu inişli-çıkışlı sosyal-siyasi kargaşasından etkilenmiş; maddi açıdan
sıkıntıya düştüğü zamanlar olmuştur. Fakat maddi müzayaka içerisinde iken bile
sahip olduğu dil ve ruh zenginliği ile bu sıkıntıları aşmasını bilmiştir.
Şirazlı
bilginlerden Sucai’nin "Enisü’l
Nas (Gönül Yoldaşı)" adlı eserinde belirttiğine göre Hafız, İran’ı
fetheden Timur ile görüşmüştür. Gazan Han döneminde Fars valisi olan Şah Ebu
İshak’la yakınlık kurmuş ve ondan yardım almıştır. "
O'nun
Şiraz'ı kanlı bir şekilde işgal eden Timur
ile tatsız bir şekilde karşılaşması ve herkesin başı alınırken O'nun bu
karşılaşmadan sonra Timur nezdinde
ikram ve ikbale ulaşması buna örnektir.
SAN'ATI
XIV. asırda yetişen Hafız-ı Şirazi fikirlerindeki kuvvet,
görüşlerindeki hususiyet ve edasındaki rintlik bakımından bütün şarkın en lirik
şairlerinden biri sayılmış ve şöhreti gün geçtikçe doğuya ve batıya
yayılmıştır. Halkın her kesiminden takdir ve kabul gören Hafız’ın gazelleri az
bir zamanda "Horasan, Türkistan, Hindistan, Irak ve Azerbaycan"
ülkelerine yayılmıştır.
Hafız, bir rinttir. Aşk şairidir. O’nun şiirleri baştan
sona buram buram aşk kokar;
Sabah yeli, misk kokusunu almak ümidiyle sevgilinin alnına
dökülen saçları açınca o güzel kokulu saçların kıvrımlarından yürekler ne
kanlara boyandı
Cânânın cemâli olmaksızın cânın dünyaya meyli olmaz,
Her kim de ‘ bu ‘ bulunmazsa gerçekten de ‘ o ‘ da bulunmaz.
Her kim de ‘ bu ‘ bulunmazsa gerçekten de ‘ o ‘ da bulunmaz.
Gönlümüzde aşktan dolayı hiçbir zaman sönmeyen bir ateş
bulunduğundan,
Bana Mecusilerin tapınağında saygı duyarlar, değer verirler.
Bana Mecusilerin tapınağında saygı duyarlar, değer verirler.
Güneş gibi olan yüzün gizlendi,
günümün aydınlığı bitti: Ömrümden kalan ancak kapkaranlık bir gece.
Hafız’ın gazellerinde Ömer Hayyam’ı
aratmayacak derecede şarap da vardır. Öyle ki daha divanının ilk gazeli bile
şarapla başlar;
Pirimugan sana seccadeyi şaraba boya
derse çekinme, dediğini yap. Çünkü yol ehli, konakların yolundan, yordamından
bihaber değildir.
Ey şaraptan aldığımız lezzetten
haberi olmayan! Biz kadehte sevgilinin yüzünün aksini görmüşüz.
Şirazlı
Hafız, "Doğu kültürü" nün en lirik şairlerinden
biridir. O'ndan önce "Gazel" hemen daima "Aşk, şarap" gibi
dar bir çerçevede işlenirken, Hafız gazele "Tasavvuf" ve
"Hikmet" gibi bilgelikler; yeni renk ve boyutlar
katmıştır.
Ey Hâfız! Eğer başında (Allah’a ) kavuşma isteği, arzusu
varsa
Marifet ehlinin (Allah dostlarının) dergâhının toprağı olmalısın.
Marifet ehlinin (Allah dostlarının) dergâhının toprağı olmalısın.
Meclisteki ay yüzlülerin güzelliği gerçi adamda ne gönül
bırakırdı, ne din. Fakat biz, tabiat güzelliğinden, ahlâk temizliğinden
ayrılmadık.
Hafız, gazel
başta olmak üzere mesnevi, kıt'a, rubai, kaside, müfred, muamma, muhammes ve
terkip tarzında şiirler yazmış; bütün bu tarzların en kalıcı örneklerini
vermiştir. Hafız’dan önceki İran şiirinde; destan, kaside, rubai ve mesnevi
gibi türler yaygındır. Hafız’la beraber gazel türü yaygınlık kazanmaya
başlamış, Hafız-ı Şirazi gazel şairi olmuştur.
Herkes ve her
kesim kendini O'nda bulmuş; O'nun deyişleri hem "Tasavvuf" a
mesafeli "Zahir ehli" nin ve ulemasının; hem "Tasavvuf
ehli" nin gönül dili olmuştur. Bir yandan rindane tavırlarıyla
yedi iklimi çevresinde toplayan bir bütünleştirici kişilik olurken, diğer
yandan, "Şeriat" a güçlü bağlarla bağlı irtibatlı
bir mektep ve ocaktır. Bu sebeple hem "Sufi Meclisleri" nin
vazgeçilmezi, hem de Padişah sofralarının ve "Sohbet Meclisleri"nin sürekli konuğudur.
Hangi mecliste Hafız’ın adı anılırsa âşıklar,
Allah ona hayırlar versin diye dua ile anıyorlar.
Hafız-ı
Şirazi'yi döneminin şair ve yazarlarından ayıran en önemli özelliklerden birisi
de, san'atını alacağı maddi ikramlar ve elde edeceği ikballer için
kullanmamasıdır. Bazı vezir, han ve hakanlara övgü tarzında yazdığı gazeller ve
birkaç kaside varsa da, bunların maddi bir beklenti ile ilgisi yoktur ve
döneminin devlet ricaline bir gönül adamının samimi iltifatlarıdır.
Hafız'ı
Batılı şair ve düşünce adamlarından ayıran özellik, O'nun "Doğu
kültürü" nün metafizik bakış derinliğine sahip olmasıdır. Nitekim
Abdülbaki GÖLPINARLI, Prof. Brown'a
atfen Hafız'ı "Dante"
ile mukayese eder ve aynen şöyle der:
"Dante kendi
felsefesine bağlıdır ve kâinatı kendi döneminin görgü seviyesinde
değerlendirir. Hafız'ın kainat görüşü ise daha derin ve geniştir. O'nun görüşü,
kendisinden sonraki asırların fikir vadilerine kadar nüfuz eder. "
"Hafız
Divanı" nın kendinden sonra gelen şairler
tarafından taklit edilmesinin; çok çeşitli şerhlere tabi tutulmasının; sadece
İran'da değil, bir edebiyat dili olarak Farsça'nın geçerli olduğu bölgeler
başta olmak üzere bütün edebiyat dünyasında elden düşürülmemesinin sebepleri
arasında, O'nun, insani değerlerin ortak sözcüsü olarak kabul görmesi gerçeği
bulunmaktadır.
(alıntıdır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder